Bazı anlar vardır. O ânın içine sıkışmış olmanın hissettirdiği çaresizliğe değil, o ânın içinden sıyrılabilmek için verilmesi gereken mücadeleye odaklanılması gerekir.
Ve şimdi, ben, bu ânın içinden sıyrılabilmek için vermem gereken mücadeleye odaklanmalıydım. Vereceğim mücadelenin yolu ise, bu evden çıktığımda yürüyeceğim yolla aynıydı.
Bu evden gitmek ya da gidebilmek, benim amansız mücadelem.
Burada daha fazla kalmak istemiyordum, kalmamalıydım da fakat karşımdaki kadın, bakışlarına sinen karanlık ifadeyle, neden bilmiyorum, bana, beni kolayca bırakmaya niyeti olmadığını hissettiriyordu.
Belki de yalnızca bir kuruntuydu.
Yine de, Can'ın gidişinin ardından, tamamen boşlaşan ve içinde bir fazlalık olduğumu bana âdeta haykıran evin acımasızlığına, karşımdaki kadının varlığı eklenmişti ve bunu hiçbir şey değiştiremezdi. Oysa ben, bu evden öylece çıkıp gidecektim. Böyle bir şeyle sınanmama gerek yoktu.
Ben kendimle zaten yeterince fazla mücadele verirken, şimdi, kendimden bağımsız, sınandığım iki şey vardı ve her ikisi de aynı bedende canlanmıştı.
Karşımdaki kadının gözlerindeki öfke ve nefret.
Kapıyı açtığım ilk an, yüzündeki geniş tebessümün varlığı çekmişti dikkatimi. Sonra, karşısındaki varlığımın idrakine varmış ve gözlerine, canımı fazlasıyla sıkan ve bir türlü anlamlandıramadığım duyguların yerleşmesini sağlamıştı.
Kapıyı Can'ın açacağını sanmış olmalıydı.
Şimdi ise, hiç beklemediği bir şekilde varlığının karşısında yerini alan varlığıma kin kusmak için an kolluyor gibiydi.
Fakat ortada büyük bir yanlışlık vardı.
Ben bile onu yalnızca bir fotoğraftan tanırken, o beni nasıl tanıyor olabilirdi ki, gözlerimin içine bu denli büyük bir düşmanlık ifadesiyle bakıyordu?
Adını bile bilmediğim, varlığını, bir fotoğraf karesinden öğrendiğim kadın, bir adım geri çekilip küçümser bir ifadeyle bedenimi süzdüğünde, "Buradasın!" dedi, gerçekten fazlasıyla şaşkınmış gibi, büyük bir dehşet ifadesiyle. Koyu bir kırmızıyla renklendirdiği dudakları, olayın idrakine yeni varmış gibi incecik bir ip hâlini aldığında, hissettiği öfke artık soyut değildi, uzansam dokunacak gibiydim.
Kaşlarım çatılırken, Can'la çekildiği fotoğraf, zihnimin tam ortasında belirdi ve nefes alamadığımı hissettim.
Can'la aralarında bir şeyler yaşanmış olduğundan fazlasıyla emindim. Öyleyse, belki de aralarındaki hiçbir şey bitmemişti ve bu kadının tüm öfkesinin sebebi, Can'la aramda yaşanmış olanlardı.
Ellerimdeki titreme biraz daha artarken, zorlukla yutkunup, "Siz kimsiniz?" diye sordum.
Ben tüm sınırları yeterince aşmıştım, bu sınırları bir de bu kadına karşı zorlamayacaktım. Bu denli sakin olabilmemin sebebi buydu belki de.
Suçluydum.
Söz konusu Can olduğunda, ben hep suçluydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOZ VE KÖZ +18
RomanceDudakları bir boşlukta dudaklarımla birleştiğinde, bedenimi yükseltip ona tıpkı onun gibi karşılık verdim. Öpüşmek güzeldi, unutturuyordu bir şeyleri. Tutuşmuş dudaklarımızın kör bağını çözen o olduğunda, geri çekilip yeniden, karanlığın ortasında ı...