eleventh of February, nineteen seventy-one (first part)

239 23 217
                                    

*~*~*~*~*

11.02.2020

Günün erken saatleri

Ayla'nın İstanbul'daki evinde
huzurlu bir sabah


Harry:

Şöminenin sönmek üzere olmasıyla uyanmam bir oldu. Ev hemen soğumuştu. Burası neden bu kadar soğuktu aklım almıyordu. Holmes Chapel çok daha soğuktu, ancak bu ev oradaki evden daha soğuktu. Pek sık kullanılmadığı için olmalıydı. Belki de ahşap ısıyı koruyamıyordu.

Bu şömine evi yakabilir miydi diye korkmuyorum değil. Bunca sene bir şey olmadıysa daha da olmaz diye düşünüyordum. Yine de epey ürperticiydi. Ufak bir kazada tüm ev kül olabilirdi.

Kollarımın arasında yatan güzel kadının alnına varla yok arası bir öpücük kondurdum ve onun üşümemesine izin vermemek için hemen ateşi harladım. Şöminenin başında bir süre çöktüğüm dizlerimin üstünde oturdum. Şömineden gelen hoş çıtırtılar dışında epey sessizdi. Pencerenin ardında martılar uçuyordu, garip ama huzurlu sesleri vardı bu martıların. Balıkçı teknelerinin etrafında uçuşuyorlardı. Demek balık vardı. Bu defa balık yemeliydik, dün yememiştik. Gerçi Ayla ne yemek ister bilmiyordum, ama buradan balık yemeden dönmek istemiyordum.

Ayla'ya döndüm. Hafifçe aralanmış gözleriyle bana bakıyordu. Demek uyanmıştı... niye hiç ses etmiyordu ki.

"Neden yanımda değilsiniz?" diye mırıldandı gözlerini ovuştururken, "Yanımda siz olmayınca uyanmak istemiyorum."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, böyle bir şey demesini beklemiyordum, "Ben..."

Ancak beni susturdu ve koluma uzanıp beni yanına çekti, "Sarılın, o yeter..." dedi ve derin bir soluk vererek kollarını boynuma doladı. Üstündeki kalın battaniye hemen açılmıştı. Sırtına battaniyeyi sarıp ona sıkı sıkı sarıldım.

Hafifçe geri çekildiğinde gülümsüyordu, "Kahvaltı yapalım mı?"

Başımla onayladım, "Epey acıkmış olmalısınız..." diyerek elimi karnına götürdüm, "Bir bakalım. Buralar epey boş sanki..."

Güldü, "Kurt gibi açım. Ve canım mis gibi ekmek istiyor. Fırına gidelim. Yalnız baştan söyleyeyim, öyle sizinkilere benzemez bu fırın."

"Tamam..." dedim ve karnındaki elimi bel boşluğuna doğru kaydırdım, "O zaman fırında oturup mu yiyeceğiz?"

Bu dediğime kahkahalarla güldü. Sorun neydi ki?

"Kahvaltıyı ben hazırlayacağım," diye mırıldandı, "Yemek istediğiniz bir şey var mı?"

Dudağımız büzdüm, "Bilmem ki... Simit alabilir miyiz?"

Güldü, "Tabi... Birkaç poğaça da alırız. Ve açma! Ben zeytinli açmaya bayılırım."

"O da ne?" diye sordum, "Güzel mi?"

"Tahmin dahi edemezsiniz," diye mırıldandı her kelimeyi vurgulayarak, dudaklarını yaladı, "Ancak ben onu sormuyorum. Evde hazırlanacak türden şeylerden bahsediyorum, ne yemek istersiniz?"

"İstediğim herhangi bir şey mi?" diye sordum, "Gerçekten mi?"

Başıyla onayladı, "Evet."

"Aslında..." diye mırıldandım, "Daha önce yemediğim bir şey yemek isterim. Sizin kahvaltıda kahve ve kruvasan ya da İngilizler gibi yumurta, kızarmış ekmek ve sosis yemediğinize eminim."

englishman | harry stylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin