eleventh of February, nineteen seventy-one (second part)

249 25 233
                                    

ve... beni heyecanlandıran bir bölüm daha. o zaman, hadi bakalım...

*~*~*~*~*

11.02.1971


Deniz kıyısında bir balıkçı restoranı

Akşam saatleri

Ayla ve Harry


Harry:


Cihangir sokakları, Çukurcuma, Taksim, Karaköy, Şişhane... beraberce doyasıya gezdik. Buralar bana en az yabancı gelen yerdi. Etraftaki kiliseler, binalar ve hatta sokaklar dahi ezbere bildiğim şehirleri anımsatıyordu bana. Ancak yine de farklıydı. Bu denli güzel bir şehirde, bir liman kentinde nasıl olur da insanlar aç kalırdı? Her şey çok pahalıydı, zira herkese yetecek kadar yoktu. Bazı mahallelere su dahi gitmiyormuş, bunu Beşiktaş'taki çeşmenin önündeki kuyrukta Ayla söylemişti bana. Sabahleyin, etrafı kirli bir duman kaplıyordu. Bu duman yakılan odun ve kömür yüzündendi. Kömürcüler epey iş yapıyorlardı. Bunun dışında küçük bakkallar vardı, herkes alışverişini buralardan yapıyordu. Bu bakkallarsa... içinde neredeyse hiçbir şey yoktu. Birkaç çeşit bisküvi, birkaç çeşit gazoz... bir de manavlar vardı ve büyük pazarlar. Yağ da yoktu, bazı temel gıdalar yoktu. Ayla, bunların kara borsaya düştüğünü söyledi. Zam geleceğini önceden bilip saklarlarmış, satmazlarmış. Birçok sıkıntı vardı, birçok dert. Ancak insanlar mutluydu. Çocuklar mutluydu. Herkesin ellerinde babalarının yaptığı oyuncaklar vardı ve koşuşturuyorlardı. Bazısı mahallelerde insanlar toplanıyor, hep beraber yemek yapıyorlardı. Kimin elinde ne varsa ortaya koyuyorlar sonra da hep beraber yiyorlardı. Her şeye rağmen mutlu olmayı başarıyorlardı, görüyordum.

Tüm bunların yanında da bir o kadar yorgundu insanlar. Sürekli çalışmaktan, bitmek bilmeyen sıkıntılardan ve anladığım kadarıyla da politik gerginliklerden. Ama mutlu olmanın yolunu bulmuş gibilerdi, insanların içindeki umudu hissetmemek elde değildi.

Şimdiyse saat epey geç olmuştu. Yemeği dışarıda yiyecektik, bu defa balık yiyecektik üstelik. Bu yüzden ziyadesiyle mutluydum. Ayla da mutluydu. Ve yorgun. Pek belli etmemeye çalışıyordu ancak ben onun sesinden de gözlerinden de olur olmadık her yerde durup soluklanmasından da anlıyordum. Yarın gezmeyecektik, babasına gidecektik. Bu yüzden bu şehri doyasıya dolaşmaktan onu alı koymadım. Bunu ona yapamadım.

Evine yakın bir yerdeydik. Denizin hemen karşısında ahşap bir binanın üst katında, yalnızdık. Burası Ayla'nın epey sevdiği bir ahbabının yeriydi anladığıma göre. Ufacık bir restorandı. Ayla siparişi çoktan vermişti. Öylece susmak canımı sıkıyordu artık, sahiden de Türkçe bilmek iyi olurdu. Bu insanları da dinlemek isterdim.

Ama yine de... yalnızca onunla konuşabilmek de güzeldi. Onun gülümsemesine her şey değerdi. Ve... işte! Gülümsüyordu.

Beraber yakamozu izledik. Ay yine hafifçe kızıl olsa da vakit geçtikçe bembeyaz parıldamaya başladı. Dalgalar vuruyordu, deniz zift gibi görünüyordu. Boğazın öteki kıyısında hiç bina yoktu. Ayla oranın askeriyeye ayrıldığını söylemişti. Birkaç lamba dışında denizin karşısında yaşama dair iz yok gibiydi. Böylesi daha güzeldi. Sahiden... sahiden büyüleyiciydi.

"Sizi aslında gazinoya götürecektim," diye mırıldandı Ayla elimi tutarken, "Ancak baş başa kalmak istedim. Hem belki babamla gideriz. O çok sever..."

Gerginlikle bir nefes verdim. Kıkırdadı, "Korkmayın..." dedi ve boştaki eliyle tuttuğu elimi kavradı. "Hemen avcumu sıkmaya başladınız."

englishman | harry stylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin