2. Bölüm | Sarı Şeytan

43 6 2
                                    





Deliydim ben belki. Ama bence "delilik" dediğim o şeyde göreceli bir kavramdı.
Standartlarımız neydi ki, deli diye itham edilebiliyorduk?
Bunun cevabı yoktu benim için.

Ama etrafımda ki insanlar bana ısrarla "deli" diyorlardı. Ben ise, bu bana göre yanlış olan tabiri düzeltmek adına, "cesaretli" diyordum.

Evet, bana göre şu an bir yabancı tarafından eve bırakılmak, üstelik bu yabancı henüz bir saattir "tanıdığınız" bir mafya babası olması tamamen cesaretlikten ibaretti.

Geri zekalı.

Memnun oldum, bende Aşkım.

Yücel amca beni tek bırakmaması gerektiğini söyleyip, beni eve bırakmak istedi. Tabii ben "oluuur, hatta bence şöyle yapalım; sen beni kaçır, üstüne birde patakla, sonra da bir dağ evine götürüp bağla. Daha sonra dayımı arayıp benim karşılığımda tüm mal varlığını iste" demeyeydim iyiydi, ama...

Ama?

Konumuz kesinlikle bu değil.

Yol boyunca sohbet ettik. Ulan böyle tatlı mafya mı olurdu? Hayallerim yıkılmıştı.
Gerçi, hâlâ bir şansım yok değildi. O öküzcük "tatlı" diye nitelendirdiğimiz karakterin "z" sini bile barındırmıyordu.

Sanki "tatlı"nın "z"si yoktu gibi.
Ama konumuz bu da değildi kesinlikle.

Bence bizim zaten hiçbir konumuz yok, ama ben, sen söylemeden söyleyeyim: konumuz bu da değil, değil mi?

Zeki iç sescik seni. Aferin lan, nasıl da hemen çözmüşsün beni!

İç sesimin gözleri olsaydı, muhakkak şu an 360 derece dönmüştü.

O değilde lan, bu takas neden gerçekleşmedi acaba? Pek düşman gibi de durmuyorlardı sanki.
Zoraki, daha doğrusu gönülsüz bir düşmanlık var gibiydi. İkiside böyle olmasını istemiyor gibiydi.

Araba ilerlerken, mafya amcanın gözlerinin gazabına uğramıştım. Muhtemelen ne kadar değüşük olduğum hakkında analizler yapıyordu.
Bense, arada sanki tesadüfen göz göze gelmişiz gibi, kocaman bir gülümsemeyle karşılık veriyordum.

Yolu izlerken, o öküzcük gelmişti aklıma.

Çıkmış mıydı ki?

Ne demek istiyorsun sen iç ses? Ulan sanki Brad Pitt yengesini satayım. Alt tarafı adam mercimek tanesi (!) kadar yakışıklı, pirinç tanesi (!) kadar karizmatik, çok ufak bir parça da kaslı!

Dikiz aynasından kendine bak.

İç sesime kaşlarımı çattım. Niye ki lan?

Eğer çarpılmadıysan, büyük bir lütuf.

Eh, ben yine seslice "salak" diye mırıldanıp, gözlerimi devirmeyeydim iyidi. Çünkü şu an tam yanımda oturan mafyacık, benim iç sesim için düşündüğümü, benim için düşünmesi an meselesiydi.

Ona tedirgince gülümseyip, önüme döndüm.

"Kızım sen buralardan mısın?"

Ne yapacaksın acaba bey amca, oğluna mı alacaksın? demek istesemde, cevap vermeden önce dilimi ısırdım.

"Hayır efendim. Ben Rize'liyim. Buraya okumak için geldim."

Yücel bey amca, aynı oğluna kız bakan yaşlı bir teyze edasıyla "pek iyi, pek iyi" deyince, ufaktan bir korkmadım değildi. Bir tek üç kere tükürüp, "maaşAllah" demediği kalmıştı.

"Sen ne biçim mafyasın? Gitti vallahi karizma!"
diyemedim ya la...

Tanıdık sokağa girince, yavaşça toparlanmaya başladım. Kısa bir veda faslından sonra arabadan indim. Araç hareket etmeyince, ben binaya girmeden gitmeyeceklerini anladım.
Düşünceli bir mafya.

Aşk-ı AymanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin