Beni bu kadar beklediğiniz için çok teşekkür ederimm. Kurguda bir değişiklik yok aslında, sadece tüm olanlar bana çok zor ve ağır gelmişti, dramatik yazmayı sevmediğimden olsa gerek. Kendimi komedili şeyler yazmaya vermiştim. Sonra annem çok mantıklı bir şey söyledi: Her şey komik olmak zorunda değil.. Haklı biri sjsjsjjs
Final dahil her şey başından beri hazırdı, herhangi bir mantık veya anlatım bozukluğu olmayacağına temin edebilirim sizleri. Çok konuştum, şimdi sizi bölümle baş başa bırakıyorum. Hep yanımda olduğunuz için teşekkür ederim, sayenizde yazmaya ve kendime olan inancım diri kalıyor. Var olun, huzurla kalın. Renkli günlerr :'))
-sör karpuzSPEKTRUM
29. Bölüm
*Her parçacığın birleşince yok olacağı bir karşı parçacık bulunmaktadır. Eğer bu karşı parçacıklar, parçacıklardan daha fazla sayıda olsaydı evren diye bir şey olamazdı.*
Bordo. Asker yeşili. Biraz açık kahve. Ama en çok bordo.
Hatırlıyorum.
Lise yılları. Başlarda herkesin benim gibi her şeyi renklerle tanıdığını sanıyorum. Dersleri bile renkler sayesinde öğrenip ezberliyorum. Çevremde binlerce ton var... Sonraları anlıyorum, onlar görmüyormuş meğer. Görmüyor ve hissetmiyormuş. Ben böyleymişim sadece. Daha da zor geliyor o zaman her şey.
O yaşlardaki çocuklar duygularını ne kadar yoğun yaşıyorlarsa, olduğu gibi bana aktarılıyor. Hiç kimseyle konuşmamaya çalışarak, hayatın kenarında yaşıyorum. Sanki biriyle yakın olsam daha da çok hissedeceğim o renkleri ve buna dayanamayacağım.
Uzaktan izliyorum onları, yaşayanları yani. Yaşayabilenleri. Ne kadar güzel görünüyor buradan bakınca. Hiçbir şey hissetmeden yaşamak. Bencilce biliyorum ama böyle sanıyorum, onların duymadığı rahatsız edici sesleri duyuyormuşum da kulaklarım çınlıyormuş gibi sanki. Haberlere bakmamaya çalışıyorum, dünyadaki kötü olan hiçbir şeyi bilmesem mutlu olacağımı sanıyorum.
Neşeli insanların yanına gidip oturuyorum mesela. Onların gerisinde sessizce kitabımı okuyorum, mutlu renkler bana da bulaşır belki diye. Mutluluğu bulaşıcı sanıyorum. Mutsuzluk kadar hiç değilse.
Yine öyle bir gün. Sınıflar arası basketbol maçı var. Erkekler heyecanlı, adrenalin dolu. Kızlardan bazıları da tezahürat yapıyor. Benim sınıfım değil aslında ikisi de. Ama okul çıkışı ve yurda dönmeyi istemiyor canım, ben de güzel renkleri görünce onlara yöneliyorum.
Spor salonunun uzak bir köşesine geçip oturuyorum, sırt çantamdan bir kitap çıkarıp okumaya başlıyorum. Kafamı kaldırıp etrafa bakmıyorum bile. Bana renkler yetiyor çünkü. Onların turuncu, pembe, kırmızı ve tonları ruhuma işliyor. O kadar derinden alıyorum ki renkleri, bir aralık mutlulukla gülümsüyorum. Belki birileri bir sayı atmıştır, onun mutluluğu olduğu gibi zihnime yükleniyor. Kitaptan ayrılıp, gözlerimi kapatarak bu hissi içimde büyütüyorum.
Belki bir ailem olsa, eve gittiğimde annem açsa kapıyı, aynı bu hisle mutlu olurdum. Annem ne dese yapardım, ona işlerinde yardım ederdim. Belki babam işten geldiğinde elinde çikolatayla girerdi içeriye, koşar sarılırdım hoşgeldin diyerek...
"Bu 11-C'den Seher değil mi?"
Sinirli bir ses tonu ve mutluluğumu bozan öfkeli renklerle gözlerimi açıyorum. İki kız başımda duruyor, biri elini beline koymuş. Gözlerine bakamıyorum ama kötü kötü baktıklarını algılayabiliyorum. Sadece onların değil, hiç kimsenin gözlerine bakamıyorum. Gözlerdeki hisler daha keskindir ve ben buna, hafızamı kaybettiğim o güne kadar hiç alışamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Spektrum
Science FictionGözlerini açtığında hiçbir şey hatırlamıyordu... Renklerden başka. Turuncu'dan size küçük bir uyarı: Siyahtan uzak durun. *** Bu hikayenin gerçek kişi, kurum ve kuruluşlarla bir ilgisi olduğuna dair bir izleniminiz olursa; o kişi, kurum ve kuruluş...