Sabah erkenden kalkmıştık. Yemeğimiz yiyip karanlıkken yola çıkmıştık.
Herkes uykulu uykulu yürüyordu fakat her ihtimale karşı elindeki silahları bırakmıyorlardı. Brenda "nereye gitmemiz gerekiyor?" Dedi esneyerek. "Bilmiyorum. İlk önce harita falan bulmalıyız daha sonra buranın neresi olduğunu sormalıyız. Nerede olduğumuzu bile bilmiyoruz!" Dedim sinirle.
Şehir merkezine inmiştik. Binaların camları kırılmış, yerler çöp içindeydi. Bazı yerler yanıyordu fakat küçük alevlerle. "Dikkatli olun!" Dedi Newt. Kimseyi kaybetmek istemiyordu, belliydi halinden. Endişeyle etrafa bakıyordu. "İlk önce nerede olduğumuzu soracak biri bulalım." Dedi Thomas. Onayladım.
Şehir merkezinin yolunda yürüyorduk fakat ne soru sorabileceğiniz biri çıktı ne de zombi. Terkedilmiş bir şehir... çok korkunçtu!
Winston daha fazla dayanamamış "artık mola versek!" Dedi isyan ederek. Tam o anda bir tıkırtı duydum. "Duydunuz mu?!" Dedim korkuyla. "Neyi?!" Dedi Minho. Yere çöktüm ve etrafa baktım. Kimse yoktu! Bir daha duydum. Biri evinin camını tıklatıyordu. Yaşayan bir insan sonunda! "Hayır hayır hayır! Gitmeyeceğiz oraya! Her şey çıkabilir!" Dedi sinirle "başka çaremiz yok Brenda. Siz burada kalın ben gideyim. Koruyun kendinizi." Minho "ben de geliyorum seni tek başına bırakamam!" Gülümsedim. Beni hiç yalnız bırakmıyordu. Bu güzeldi. İnsana kendini güvende hissettiriyordu.
Binanın içine girdik. Yavaş yavaş merdivenlerden çıkıyorduk. Korkudan midem bulanmaya başladı. Üçüncü katın son merdivenlerine çıktık, sağıma baktım. Uzun koridor boştu. Fakat içeriden çığlık sesleri geldiği için korkum hala geçmemişti ki şimdi tanımadığımız birinin evine girecektik!
Kapının önüne geldik. Elimi kaldırıp kapıyı tıklatacakken içeriden ses geldi "ısırılmadıysanız dört kere tıklayın!" Minho'ya baktım. O da bana bakıyordu. Minho yavaşça kapıyı dört kere tıkladı. Gerçekten buna inanıp bizi içeri mi alacaktı?! Kapı yavaşça açıldı. 65 yaşlarında bir teyze bizi süzüyordu. "Geç içeri geç çabuk!" Dedi kapıyı açarak. Tekrar Minho'ya baktım. İlk o girdi daha sonra ben.
Ev klasik yaşlı teyze eviydi. Fakat tek fark bir çok pencerenin tahtalarla kapatılması. Teyze kapıyı 8 kere kitledikten sonra "oturun lütfen!" Dedi. "Yanınızdaki çocuklar nerede?" Dedi merakla. Evet! Onlar nerede? Minho "onlar güvende." Dedi kendinden emin bir şekilde. Rahatlamıştım. "Merhaba teyze biz birkaç soru sormak için geldik. Biz şu an tam olarak neredeyiz?" Dedim kadına bakarak " şu an New York'tayız kızım" dedi gülerek. New York mu? Ama nasıl?.. "haritanız var mı?" Dedi Minho. Kadın ayaklandı, çekmeceleri karıştırmaya başladı. Sonunda bulmuştu ki sevinmişti "al bakalım" dedi sakince. "Siz nasıl bize güvendiniz?" Dedim merakla bakarak. "Yanındaki çocuğu bilmiyorum ama sen... seni kim tanımaz ki!" Dedi gülerek. Yerine oturdu tekrar. "Beni nereden tanıdınız?" Dedim. Merakım ikiye katlandı. "Sen büyükbabanın torunusun. Büyükbaban da carnation'ın kurucusu bilirsin orası Dünya'nın en büyük ilaç şirketlerinden birisi. Seni herkes tanır!" Dedi. Minho'ya baktım. O da bana bakıyordu. Minho teyzeye dönüp "peki Carnation nerede, bize yolu çizebilir misiniz harita üzerinde?" Dedi haritaya bakarak. Teyze haritayı açtıktan sonra New York'un üstünü çizdi "buradan..." kalemini yavaşça hareket ettirdi "New York'un kıyısındaki en uzun bina. Muhtemelen kapıları kilitlenmiştir. Sizi içeri alırlar mı bilmem" demişti. "Eğer güvenli bölge gibi bir şey varsa beni de götürür müsünüz?" Dedi üzgün bir şekilde. Minho şaşkınca bana baktı, biz daha zor kendimizi koruyoruz seni nasıl koruyalım dercesine baktı teyzeye. "Bir güvenli bölge varsa sizi almaya çalışacağız." Dedim gülümseyerek. Teyze de Minho'ya oh olsun dercesine bakıyordu.
"Biz gidelim artık, dışarıda bizi bekliyorlar!" Dedim bağırarak. Teyze mutfağa gitmiş bize bir şey ikram etmeden bırakmayacak gibiydi. Elinde iki ekmekle geldi "al ye kızım." Dedi gülümseyerek "olmaz alamam dışarıda arkadaşlarım aç, bizi bekliyorlar. Hem yanımda o da var, canı çeker şimdi." Dedim gülerek. Minho bana bakıp gülmüştü, gülüşüne dalıp gitmiştim yine! Saçma salak hareketler yapma! "Siz arkadaş olamazsınız." Dedi teyze, kendinden emin bir sesle. Yanlış anlaşıldık işte! "Hayır hayır biz arkadaşız!" Dedim durumu düzeltmeye çalışarak. Teyze tekrar mutfağa gitti. Fırsattan istifade Minho'nun koluna sertçe vurdum "ne! Bir şey demedim ki!" Dedi gülerek. Teyze yine geldi bu sefer elinde altı tane ekmek vardı "elimde bu kadar var. Diğerleriyle bölüşürsünüz" dedi gülümseyerek. Kulağıma eğildi "herkese bir, sen ve sevgiline iki düşüyor" dedi kaşlarını kaldırmış bana bakarak. Gülmüştüm "çok teşekkür ederiz. Siz olmasaydınız hiçbir şey yapamazdık." Dedim minnettar bir şekilde.
Kapıdan çıkarken teyzeye son kez baktım yakışıyorsunuz dedi, ağzını okumuştum. Gülümseyip aşağı indik.
Yukarıda güle oynaya vakit geçirirken şimdi zombilerle uğraşacaktık. Ne harika ama!
Dış kapıyı yavaşça açtık. Grup yoktu. Neredeydiler bunlar? Teyzenin pencerelerine baktım, perde arasından bizi izliyordu. Minho "ordalar!" Dedi heyecanla. Elimizdeki yemek torbalarıyla koşuyorduk. Market gibi bir şeyin içine girmişler, bizi bekliyorlardı.
İçeri girdiğimizde kapıları kitlediler. "Temiz değil mi burası zombi yok?" Dedim nefes nefese. Newt "bakmadık ilk bulduğumuz yere girdik" dedi. Silahımı çıkardım ve etrafta zombi var mı diye bakıyordum. Diğerleri de marketin camlarına renkli kağıt yapıştırıyordu.
Kasada baygın bir şekilde yatan bir adam vardı. Minho yanıma geldi "bu kim?" Ayağımla adamı dürttüm, inledi "bilmiyorum" yavaşça eğildim. Adam gözlerini yavaşça açıp beni izledi "zombi yok değil mi?!" Dedi korkuyla "hayır yok. Size ne oldu?" Dedim adamın vücudunu inceleyerek. Herhangi bir silah izi yoktu. "B-ben bilmiyorum bir anda üzerime bir şey sıçardı ve canım-" adam sesle bir şekilde bağırdı acısından. Nefes nefese devam etti "öldürün beni! O yaratıklara dönüşmek istemiyorum!" Dedi. Minho'ya baktım. "New York'un kıyısına nasıl gideriz?" Dedi "Minho! Adam burada öldürün beni diyor sen-" dedi sinirle arkamızdaki Brenda. "sorun yok!" dedi adam "düz devam edin daha sonra-" aralarda nefes alamıyordu " bir tünele gireceksiniz fakat orada bir çete olacak şansınız varsa yaşarsınız yoksa sizi yem ederler. Diyelim ki şansınız var ve sizi yanına aldılar, o zaman oraya gidebilirsiniz. Arabaları falan vardı onların. Şimdi size bir iyilik yaptım siz de bana iyilik yapın!" Dedi korkuyla. "Nedir?" Dedi Brenda merakla. "beni öldürün!" Dedi adam.
"Gerçekten son kararınız mı ölmek?" Dedim üzgün bir şekilde. Gözümün önünde bir adam ölecekti. "O yaratıklara dönüşmek istemiyorum anladınız mı?! İnsanlara zarar vermek istemiyorum!" Dedi Minho'ya döndüm "kendisini hazır hissettiğinde kendisi vursun. Biz dokunmayalım." Dedim kendimden emin bir şekilde. "Olur." Dedi "biz vuramayacağız ama alın silah vuracaksanız kendiniz vurun!" Dedi Brenda sert bir şekilde. Adam zaten korkuyordu, bir de Brenda'dan korkmuştu. Adam yavaşça silahı aldı. Ağlamaya başladı. Bu manzarayı izlemiyecektim. Arkamda Minho adamı izliyordu. Ona döndüm. Gözlerinin içine baktım. Gülümsemeye çalıştı fakat olmuyordu. Brenda adamı izliyordu. Bense Minho'nun gözünün içine bakmaya devam ettim. Arkamı dönersem midem bulanırdı. Minho'nun göğsüne kafamı koydum. Derin nefes almaya çalıştım. Eliyle saçımı okşuyordu, bana güvenli alan yaratmaya çalışıyordu. Adamın ağlamaları şiddetlendi, bir yandan krizler geçiriyordu. Silahı kalbine dayadı. Kalbim çok hızlı atıyordu, korkuyordum. Biri beni ısırsa ben de mi böyle olacaktım? Böyle olmak istemiyordum!
Adam son sözlerini söyledi "ben kimseye zarar vermeden öleceğim!Ben iyi bir insan olacağım" gözlerimi sıkıca kapattım, Minho bana sarılmıştı.
Tetiği çekti.
Yavaşça gözlerimi açtım. Kafamı kaldırdım ve Minho'ya baktım. Adamı izliyordu gözlerini kırpmadan "sen bakma tamam mı?" Dedi sakince. Kafamı salladım. Brenda omzumdan tutup beni bir yere oturttu. "Bak. Bu kadar korkak olma. Daha neler göreceksin. Alışman lazım artık..." dedi sesi sonlara doğru kısıldı. "Biliyorum..." dedim.
Olayın ardından bir saat geçmişti. Bir sessizlik vardı. Yemek yiyorlardı. Nasıl bu kadar rahat olabiliyorlar? İştahım kaçmıştı. Aris "su ister misin?" Diye sormuştu "hayır, teşekkürler" dedim sessizce. Eskiden yaşamıştım bu anı. Sevdiğim bir gözümün önünde ölmüştü. Kimdi o? Ne zaman oldu o olay? Kimi kaybettim ben? Düşüncelerimin arasında boğulurken yanıma bir oturdu. "Minho, ben bir anlık korkuyla sana-" sözümü kesip "açıklama yapmana gerek yok. Bir daha sarılmak istersen-" gülmem sözünü kesmişti. "Hadi yemeğini ye. Yarın tünele doğru gideceğiz." Dedi elime ekmekleri tutuşturarak.
Aradan saatler geçmiş, sabah olmuştu. Atıştırdıktan sonra haritayı açıp baktık "kıyı bölgesine gideceğiz daha sonra da oradaki uzun binaya gireceğiz. Plan bu." Dedim emin bir sesle. Yavaşça kapıları açtı Alby. Dışarısı aydınlıktı. "Kimse yokken gidelim!" Dedi Newt koşarak marketten çıktık.
Merhaba okuyucu. Bölüm nasıldı? Yarın sınavım var diye biraz hızlı yazmak zorunda kaldım, umarım güzel olmuştur. Yorum ve oy atmayı unutma💙