kalbim -248 derece.

129 11 55
                                    

Günlerden salı, saat sabahın altısı. Güneş henüz yeni yeni kendini gösteriyor ve ben sigara kokusundan nefes dahi alamadığım takside işe yetişebilmek için dualar ediyorum. Akşamdan kalma vücudum sızlıyor, aldığım ağrı kesici henüz ulaşması gereken yerlere ulaşmamış olacak ki başım çatlıyor. "Tahminen ne zaman varırız?"

"Bu trafikle biraz zor gibi efendim, bana kalırsa inip yürümeniz daha iyi olacaktır."

Anladığımı belirten sesler çıkarırken elimi çantama atıyor ve taksimetrede yazan rakamı çıkartıp şoföre uzatıyorum. "Kolay gelsin." Nazikçe gülümseyip iniyorum. Sonbaharda olduğumuz için iç karartıcı bir hava var ama neyse ki yağmur yağmıyor. Saatimi kontrol ediyorum. Mesaimin başlamasına yirmi dakika var. Sıkıntılı bir nefes verip yürümeye başlıyorum. Evden aceleyle çıktığımdan üzerimde ince bi' gömlekten başka bir şey yok. Seul'un soğuğunu iliklerime kadar hissediyorum ama hasta olacağım diye endişelenmiyorum. Zira eğer şanslıysam gittiğim doktor bana birkaç günlük istirahat yazar ve belki biraz dinlenirim.

Son dakikalarda maraton koşucularına dönsem de işe zamanında yetişmeyi başarıyorum. Sabahın bu saatinde nasıl bu kadar enerjiye sahip olduklarını anlayamadığım iş arkadaşlarıma selam veriyor ve yerime geçiyorum. Çantamdan gerekli belgeleri çıkarırken bir yandan da bilgisayarımı çalıştırıyorum. Patronumdan gelen maili açarken boktan başlayan günümün biraz olsun güzel devam etmesini diliyorum ama anlaşılan bugün şanslı günümde değilim ve evren benimle taşak geçmek istiyor çünkü ekranda gördüğüm şeyin başka ne gibi bir izahı olabilir, bilmiyorum.

"Günaydın, Yoongi. Şirketin mal dağıtımı için anlaşma yaptığımız firmanın yöneticileri, bugün son imzalar için bizi ziyaret edecekler. Saat 9'daki toplantıda seni de aramızda görmek istiyorum. İyi çalışmalar."

Toplantı olması iyi, diye düşünmek istiyorum çünkü şirket büyük toplantılardan sonra hep erken çıkmamıza izin verir ama içim içimi yiyor, onu görürsem ne yaparım bilmiyorum. Şirketlerimiz artık ortak ve bu yüzden onu görme ihtimalimin oldukça yüksek olduğunun farkındayım ama henüz onunla yüzleşmeye hazır değilim.

Onsuz geçen günlerim çok farklı değildi. Eksikliğini hissetmedim bile ama tatlı kokusunu tekrar alırsam bir şeyler değişecek, biliyorum. Düşüncesi dahi kalbimi sızlatıyor. Kaçmalıyım belki de.

"İstifa ediyorum!"

Saçmalıyorum. O beni çoktan unuttu bile. Anılarımızı siliverdi öylece. Kendine gel Min Yoongi. Hem geleceği kesin bile değil. Bir yılda yöneticiliğe yükselecek değil ya? Kendimi kandırmaya çalışıyorum. Onun ne kadar çalışkan olduğunu biliyorum, bırakın yönetici olmayı istese şirketi ele geçirebileceğini. Ellerim titriyor, çalışmalıyım. Dokuza saatler var daha. Elbet bir yolunu bulurum.

Dakikalar su gibi akıp gidiyor, saat dokuza sadece on dakika var. Şirketteki fısıltılara bakılırsa misafirler çoktan geldi. Acaba o da aralarında mı? Onu tanıyabilecek miyim? Boyadı mı altın sarısı saçlarını, hâlâ aynı parfümü mü kullanıyor? O beni tanıyabilecek mi? Hayır, unuttu beni. İsimsizin biriyim onun için. Titreyen ellerimle sarı kupamı kavrıyor ve buz gibi kahvemden büyük bir yudum alıyorum. Dosyaları bitirdim, toplantıyı atlatırsam eve gidip güzel bir uyku çekebilirim. Yan masamda oturan Namjoon adımı sesleniyor. Namjoon'u severim, küçük bir kızı var ve bazen onunla parkta karşılaşıyoruz. "Toplantı başlıyor, hyung." Kafamı sallıyor ve kupayı yerine bırakıyorum. Ellerim şimdiden terliyor. 'Tanrım lütfen yardım et.'

Elimdeki tabletle Namjoon'un hemen arkasından giriyorum toplantı salonuna. Önce tanıdık parfüm kokusu burnuma doluyor, kahretsin, sonra altın sarısı saçlarını görüyorum.

love is not over | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin