İstanbul / Türkiye
Sarıyer'in sakin ve sahile yakın bir yerindeki evinde Nuray ayakta durmuş, elindeki kahve kupasıyla plazma televizyonunu izliyordu. Kuzguni siyah saçlı kız alabildiğine güzeldi. Söylendiğine göre dudaklarını annesinden almıştı. Dolgun ve düzgün dudaklarını koyu mavi gözleri tamamlıyordu. Bu gözler de babasının ona mirasıydı, her şeyi incelercesine dikkatle bakıyor, bu bazen ona oldukça sert bir ifade kazandırıyordu. Her aynaya baktığında babasını hatırlatması ve onu bir anda çelik gibi sertleşmesini sağlayan da bu gözlerdi. Zira bu gözler zamanında annesi ve kendisine çok zarar vermişti. Tüm acılarına rağmen yine de Nuray gülümsediğinde herkes kendisini gülümsemek zorunda hissederdi. Yay gibi gergin kaşları uzun, badem gözlerini tamamlıyor, geniş, köşeli çenesiyle mükemmel bir portre oluşturuyordu.
Televizyondaki haberlerde salgınla ilgili görüntüler ardı ardına kan donduran bir şekilde geçiyordu. Büyük ülkeler uluslararası sivil uçuşları süresiz durdurmuştu. Havaalanı, liman ve gümrüklere anormal güvenlik şartları getirmişlerdi. Haber spikeri bunları anlatırken Nuray başını sallayıp, "Dünya nereye gidiyor böyle?" diye mırıldandı. Annesinin telefonu çalmaya başladığında onu fark etmeyecek kadar kafası doluydu. Annesi mutfaktan seslendiğinde telefonu fark eden Nuray, dalgınca birkaç saniye ortalığa bakındı. Sehpanın üzerindeki telefonu gördüğünde annesi Nuray'a ters ters bakarak yolu yarılamıştı bile. Ancak Nuray annesinin bakışlarına aldırmadan sehpaya ilerlerken annesinin eline aldığı telefonun üzerindeki isme tıpkı annesi gibi şaşkınca baktı. Arayan babasıydı.
Kısa konuşmalardan babasının annesini ve kendisini buluşmaya çağırdığını, anlamıştı. Annesinin, "Olur," demesi şaşkınlıktan Nuray'ın gözlerini büyütmüştü. Başını şiddetle sağa sola çevirirken babasının telefon ahizesinden gelen sesi yanına Nuray'ı da almasını söylüyordu. Nuray bu kez şiddetle elini olumsuz bir şekilde sallayarak odasına doğru yöneldi. Öfkeyle kanı kaynıyor, midesi buruşuyor, bulanıyordu. Annesine gitmemesi için yalvaracaktı ama annesi bunu çoktan kabul etmişti. Nuray odasında volta atıp, arada boğazın manzarasına bakarken kapı sesini duydu. Sinirden çenesini o kadar sıktı ki dişleri gıcırdadı. Böyle evde tek başına duramazdı. Elbise dolabına baktı. Aklına o adam geldi. Evden giyinip çıkması yarım saatini almıştı. Değişiklik olarak tamamen siyah giymiş, ağır bir makyaj yapmıştı. Beşiktaş'ta tepelik bir yerde oturan genç adamın evine ulaştığında evden çıkalı sadece kırk beş dakika olmuştu.
Kapı çalınınca Selim adındaki genç adam yataktan kendini zorlukla kaldırdı. Gece boyunca arkadaşlarıyla bilgisayarda oyun oynamış, sabah ev arkadaşları okullarına giderken o da yatağa yatmıştı. Kapıyı yarı çıplak açtığında karşısında Nuray'ı görmek beklediği son şeyken Selim sadece, "Nuray," diyebildi. Nuray tek ve uzun bir adımla Selim'e sokuldu ve onu öptü. Bu her şeyin başlangıcıydı.
Nuray telefonunda annesinin adını görünce yataktan hızla fırladı. O ana kadar nerede olduğunu bile düşünmemişti, yanında yatan yarı çıplak genç adama sadece bir anlık pişmanca baktı. Telefon ısrarla çalıyordu. Dolgun alt dudağını ısıran Nuray hızla koridora çıkarken üzerine ilk bulduğu tişörtü geçirmişti. Yeni nesil telefonu hologram görüntülü iletişim sağlıyordu. Bu pahalı teknoloji gençler arasında çok popülerdi ancak en çok ebeveynlerin işine yaramıştı. Nuray telefonu açtığında şoka girdi. Babası karşısında belirmişti, yüzü o kadar asıktı ki Nuray'ın kalbi bir anda sıkıştı. Annesine mi bir şey olmuştu? O an babasıyla yıllardır kavgalı olduğunu unutuverdi. Nuray mavi gözlerini aldığı gibi, kuzguni saçlarını da babasından almıştı. "Annem?" diye sorarken babası sakin ve soğuk bir sesle "O iyi," dedi.
"Nuray. Bu çok önemli, sana hediye ettiğim silahını yanına alıp, hemen Beşiktaş iskelesine gitmeni istiyorum. Orda seni bekleyen bir bot bulacaksın. Bot senden başkasını almayacak. Ona bin, seni bize getirecek kızım," derken Nuray onu paralı okulda okuduğu diğer sınıf arkadaşlarından ayıran en büyük özelliklerinden birini kullanmaya başlamıştı. Dikkatle babasını izliyor, dinliyor ve karşılaştırıyordu. Babası sakin değildi. Sakinmiş gibi davranıyordu. Ayrıca ona "kızım" demişti. Babası böyle konuşmazdı. Tayfur Bey bir asilzade değildi ama mevkiinin ağırlığınca hareket eder, görgü kurallarını çok iyi bilir, ağırlığından ve görgüsünden asla taviz vermezdi. Bu yüzden Nuray'ın asıl endişe ettiği kısım bot hikâyesi olmuştu. Babası yat yollardı, tekne de yollardı ama bot... Hayır, bu onun tarzı değildi. Nuray telefonu kapatıp, yatak odasına geri döndü. Hızla kıyafetlerini giyip, evden çıkarken geride bıraktığı genç adam hala uyuyordu.