Bir gün sonra... Sığınak / Türkiye
Nuray her zamanki gibi beyaz kıyafetler içindeydi. Sığınağın değişmez 25 derecedeki sıcaklığında bunalmamak için boğazlı da olsa ince bir body giymişti. Bodysinin üzerinde bol cepli bir yelek vardı. Yelek bodynin sardığı bütün hatları zarifçe kapatıyordu. Altındaki bol cepli pantolon da ince bir kumaştandı. Nuray bu kıyafetleriyle beyaza boyanmış sığınak koridorlarında neredeyse görünmez oluyordu. Siyah saçlarını gergince başının arkasına toparlamış, oradan sırtının ortasına doğru inecek şekilde örmüştü. Şimdi farkında olmadan bu örgüyü çekiştirip duruyordu. Zengin ve seçilmiş olanların dikkatle toplandığı sığınak, bir barınaktan çok bir yer altı şehri haline geliyordu. Zaten yaklaşan savaşla birlikte planlanan şey tam olarak da buydu. Üretim ünitelerinden çıkanlar, tasarlanmış, dekore edilmiş çarşılarda sunuluyor, iç piyasa için hazırlanmış kredi kartıyla alış veriş sağlanıyordu. Bu yüzden herkes yavaş yavaş koridorlara çıkmaya başlamıştı. Birkaç tanıdık yüze gülümseyerek selam veren Nuray, tedirginlikle bir kez daha arkasına baktı. Koridorda takip edilip edilmediğini anlaması çok güçtü. Cem takip konusunda bir şeyler anlatmıştı ama yine de kalabalık koridorlarda yapılacak bir şey yoktu. Sığınak içinde kendi ve Cem hakkında dedikodu çıksın istemiyordu. İnsanlar sığınak içinde dolaşmaya başladığından beri dedikodu yeteneklerini geliştirmişlerdi. Herkes bir diğerinin ne yaptığını, nerede yaptığı ve nasıl yaptığını biliyordu. Bu kontrolsüz sözlü gazete oldukça güçlenmişti. Kendisi ve Cem hakkında çıkan dedikodular oldukça zarar verici olurdu. Cem'in kariyeri bir anda tehlikeye girerdi. Aynı zamanda Nuray'ın babası da bundan zarar görecekti.
Bir sonraki köşede insanlar daha da azalmıştı. Yeniden arkasına dönüp baktı. Artık takip edilmediğinden emin olmuştu. Kuzey koridorlarına yöneldi. ACİL yazan merdiven kapısından geçti. Merdiven boşluğunun seriliğinde sırtını kapıya dayadı ve derin bir nefes verdi. "Neden bu kadar geç kaldın?" dedi onu gülümseten bir ses. Nuray ışıltılı bir gülümsemeyle soluna doğru döndü. Cem merdivenlere oturmuş kendisine kendi samimi gülüşüne benzer bir şekilde gülümsüyordu. Güvenlik kamerasının yanında bulunan güvenlik şefi gergince beklemeye devam etti. Kameradaki görüntüye bir süre daha bakan Tayfur Bey, "Bu ne kadar sürüyor?" dedi. Sesi soğuk ve pervasızdı. Sanki aldırmıyormuş gibi görünse de güvenlik şefi sağduyusunu dinleyip böyle olmadığını düşündü, "Bir aydır efendim," dedi, "Ne yapalım?" diye hemen ardından sordu.
Tayfur ardına dönüp çıkışa yöneldi, "Hiçbir şey, izlemeye devam edin," dedi. Güvenlik müdürü gergince koridorda yürüyen Cem'in görüntüsüne baktı. Artık genç subay için yapılacak bir şey yoktu.
On gün kadar sonra...
Recep elindeki eski keser ve dudaklarında kalmış tek bir çivi ile ister istemez bu duruma nasıl geldiğini düşünmeden edemedi. Şimdi eski köşkün geniş girişinde duruyor, soğuk girmesin diye güçlendirdikleri ve aralarını kapattıkları ahşap kapıya bakıyordu. Ev sahiplerinin koydukları kurallar çok basitti. Kararları ev sahibi olarak kendileri verirler, bunu konu hepsini ilgilendiriyorsa kendi aralarında oylama yaparak karara bağlarlardı. Oylamaya sonradan misafir olarak gelen altmış kişi kendi sözcüleri ile katılabilir ancak bir oyları bulunurdu. Beğenmeyen de gitmekte özgürdü. Ancak açıkçası Recep yanındaki on beş kişi ile konaktan hava düzelir düzelmez çıkıp, bir aşağıdaki köye ulaşmış, İzmir'de neler olduğunu duyup, göç etmeyi başaranların halini görmüştü. Bu yüzden aynı günün akşamı, hava karardıktan sonra neredeyse kurt yemi olmak üzereyken konağa geri dönmüşlerdi. Konak altmış üç kişiyi rahatlıkla olmasa da barındırıyordu. Ancak eski bina yaz şartları için tasarlanmış, uzun zamandan beri de tadilat görmemişti. Bu yüzden geceleri aşağı katlardan gelen sıcak hava borularına neredeyse sarılarak uyuyorlardı. Recep aşağıdaki mahzene bir kez inmişti. Mutfaktaki eski bir merdivenden aşağıya iniliyordu. Bir arkeoloji grubu olduğunu düşündüğü ev sahipleri onların geniş bir salona kadar gelmelerine izin vermişti. Aşağı katta neler olduğunu tam olarak bilmese de kimse mahzende o kadar uzun süre kalmak istememişti. Bu genellikle iyi ışıklandırılsa da üzerlerindeki tonlarca kayanın verdiği rahatsız histen kaynaklanıyordu ya da daha fazlasından. Çok azı aşağıda uzun süre kalabiliyordu. Eski ahşap konak ne kadar büyük olursa olsun altmış kişi barındıracak kadar büyük değildi. Bu yüzden süratle bir şeyler yapmak gerekiyordu. Bu konuya mahzenden Bülent ve Sean el atmıştı.