Türlü türlü insanın mutlu veya oldukça mutsuz bir şekilde yaşamını sürdürdü mavisi ağır basan dünya adlı gezegen koca bir fanustu yerlileri için. Kimi insanın ise kendi elleri ile oluşturduğu görülürdü bu görünmez kabı. Fanus üstüne fanus çekerdi bir değişle bu kimseler. Dışarıyı nasıl gördükleri konusunda ise pek söylenecek bir şey bulunmazdı.
Yapay veya değil, karanlığın yavaş yavaş çöktüğü Seul sokaklarında her yer yeni bir gezegenmişçesine devasa geliyordu gözüne. Tıkalı kalmış gibiydi o koca mavi fanusta.
Takip ettiği ışığın onu evine götürmesini umuyordu, götürmeliydi çünkü gidecek herhangi bir yeri yoktu. Yanı başında gördüğü büyük ayakkabılardan sonunda kurtulmuş ışığına ulaşmak umuduyla en yakın evin merdivenlerine doğru koşmuştu küçük adımlarla.
Evet dünya büyüktü. Uzun, upuzun basketbolculara dahi büyük olan bu gezegene karşı topu topu bir parmak boyu eden onun ne gibi bir şansı vardı? Bunun bilincinde olarak gökyüzünde asılı kalan parlak kaya parçasını gözüne kestirdi.
Merdivenlerin ilk basamağına tüm gücüyle zıplayarak çıkmaya çalışma çabası daha telaşlı bir hal almıştı duyduğu köpek sesleriyle. Alçakta kalan tarafı bulur bulmaz minik kollarını var gücüyle uzatıp mermere asıldı.
"Köpecik gelme!" Hafif iniltilerek çıkararak ayaklarını savurdu bunun çıkmasına bir faydası olmasını umarak. Kendini sonunda ilk basamağa attığında kollarından destek alıp ayağa kalktı. "Oyamaz!" Çıkması gereken onca basamakla karşılaşmak hayal kırıklığıyla birlikte başını döndürmüş olacaktı ki poposunun üstüne düştü gerisin geri. Bunun başka bir yolu olmalıydı. 𝘖 𝘬𝘢𝘤̧𝘮𝘢𝘥𝘢𝘯 𝘰̈𝘯𝘤𝘦.
Hemen sonra aklına gelen fikirle merdivenlerin korkuluğuna doğru yanaştı paytak adımlarla bunun daha kolay olacağını düşünerek. Yavaş yavaş tırmanarak evin camına kadar çıktı ancak buradan sonrası hakkında bir fikri yoktu. Durup içeriyi yokladı ve gördüğü incilerin parlaklığı gözlerine yansıdı hızla.
"Çoyk gücel! Aa-" Bir an için aşağı bakmak gibi bir hatada bulunmanın bedeli olarak dengesini kaybettiğinde kollarını çırparak düz durmak istedi ancak önleyemedi içeri doğru düşmesini.
"Hayıy! Kayanlık, göyemiyoyum!!"
Düşüşü kadar hızlı bir şekilde karanlıkla baş başa kalmış olmasıydı onu ürküten. Işığa ulaşma çabası ansızın gözlerine çekilen siyah perdeyle kalbini kırmış gözyaşlarının ise şişkin yanaklarındaki yerini almasını sağlamıştı. Şimdi bu ona kaç beden büyük gelen kocaman karanlıktan nasıl kurtulacaktı?
"Tamam hemen geliyorum. E-evet dosya hazır, yazlık kreasyonu da."
Telefonda konuşması o kadar hızlıydı ki karşı taraftaki şirketteki çalışan bile paniklemişti. Patronları bilmem gecenin kaçında onu şirkete çağırmıştı. Sadece bir kreasyonu görüp onaylamak için. Bu sinirini bozsada işini kaybetmemek kalkıp gitmek dediklerini de yapmak zorundaydı. Yoksa nasıl geçinebilirdi ki.
Oldukça iyi bir maaş alıyordu ve tek kişilik yaşadığı hayatına da yeterliydi, bazen ise artıyordu. Artanları ise bir kenara atarak küçük birikimler yapıyordu boş harcamak yerine.
Telefonu şirketteki çalışanın suratına kapatarak hızlıca sandalyeye astığı parlak ceketini üstüne geçirdi. Masadaki dosyalarını alarak ayakkabılarını giyinmiş olabildiğince hızlı şirkete koşmaya başlamıştı patronuna lanetler okuyarak. Kaçık herifin tekiydi. Başka açıklaması olamazdı zaten.
"Kahretsin! Senin gibi patron neden başıma geldiyse."
Karanlığın sesi mi vardı? Karanlık bağırabilir veya hareket edebilir miydi? Minik bilmiyordu ama bu kesinlikle onu korkutmıştu. Hıçkırıklarıyla birlikte gözyaşları çoğalırken bedeninin sağa sola savrulduğu bu zifiri karanlıkta tutunacak bir yer aramaya başladı korkuyla. Karanlığın yumuşak olması onu rahatlatmadı, panik içindeydi.