Sonun başlangıcını bu zamana kadar hep görmek istemiştim.
Ama bu defa herhangi bir sonun değil, sonumun başlangıcını görmek istiyordum. Kendi ellerimle yazıyor, yine kendim için reva gördüğüm bu hazin senaryoyu yaşantımla birleştiriyordum.
Zeminde bir ses oluşup oluşmamasını umursamadan ilerlemeye başladım.Kendimi içten içe uyarıyor, heyecanlanmamak için zorluyordum.
Eylül Yaman; yıllarını burada, yerin veya belki de bir cehennemin dibinde olabilmek için harcamıştı.
Ve şimdi ayağını bastığı bu zeminden akan tedirginlik zeminde kalmak zorundaydı."İçeri geçebilirsiniz efendim. Sizi bekliyorlar."
Bana eşlik edenin kim olduğunu bilmiyordum fakat bu sahnenin gerçekleşeceğini, yine seneler süren bir hazırlık sürecinin başından bu yana biliyordum.Eğer yakalanırsan Eylül, o çok gitmek istediğin "Dip" mezarın olacak.
Büyük ve şaşaalı siyah çelik kapının şifresi girilmişti.
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi.
Yedi defa duyulan ses, yedi haneli olan bir şifre.Kapı aralandığında üzerime kilitlenen her bir bakışı soğukkanlı duruşumdan ödün vermeyerek karşıladım.
Büyük yuvarlak bir masa, siyahtan başka bir rengi bünyesine almayan bir oda.
Simâlar tek tek görüş alanımdaydı. Zihnim odada bulunan herkesin dosyasını önüme sunuyor, onlar hakkında sandıklarından çok daha fazla şey bildiğimi bana hatırlatarak karşılarında daha da cesur durmamı sağlıyordu.
"Eylül Yaman," diyerek bana doğru yaklaşan adama baktım.
Siyah deri ceketi ve dağınık saçlarıyla, loş ışığın keskin yüz hatlarında gölgeler bıraktığı adama. İfadesinde bulunduğumuz ortamın aksine aydınlık barındırmayan karanlık yüzüyle karşımdaydı.
"Kabul edileceğini zannetmiyordum."Aramızda yeterince mesafe vardı ve birkaç adım yanaşıp mesafeyi biraz daha kapatarak söze girdim.
"Doğu Karayel, kabul edilmekte geç bile kalındım."Burası yerin dibiydi. Metrelerce aşağıda, yeryüzünün varlığı yok sayılabilecek kadar ulaşılmazdaydı.
Sevgili on üç yaşım,
Salonda öylece otururken gazetenin kenarında gördüğün, var olduğu kanıtlanamayan ama olduğuna dair yüksek sesli iddialar bulunan o yerdesin.
"Burası neresi baba?" diye merak edip soluğu yanında aldığın babanın bile verecek bir cevabı olmayan, o yerde.Yerin dibinde.
Sevgili on üç, sana verdiğim sözü tuttum.
Buradayım.
Ve sevgili müdür, sana verdiğim sözleri de tek tek tutacağım."Otur."
Bakışlarım ondaydı, sesin sahibinde.
Kerem Ilgaz
İfademde herhangi bir tereddüte yer vermeden işaret ettiği yere oturdum.
Kerem'in dosyası aklımın bir köşesinde açıktı.
Kerem Ilgaz. 23 yaşında. Her türlü bilişim ağı emrinin altında."Neden bu masada oturduğunu biliyor musun?"
Soruyu soran Kerem'di.
"En az benim kadar siz de biliyorsunuz," diye sorusunu yanıtlayan da ben oldum.
"Bu masanın bir başköşesi yok," dedi ciddiyetle. "Bu masada oturan, diğerleriyle eşittir."Alaycı bir ifadeyle gülümseyip etrafıma bakındım. İşaret parmağımı gülerek şakaklarıma götürüp söze girdim.
"Önemli olan buradaki masa. Buranın bir başköşesi var ve orası benim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİP
Teen FictionHerkesin hayatında bir merkez olurdu. Kimileri bu merkeze kendilerini, kimileriyse kendilerinden daha çok sevdiklerini yerleştirirdi. Onun hayatının merkezindeki şey bir nesneydi. Nefes almıyor, konuşmuyor ya da başka bir şey yapmıyordu. Bu merkeze...