Konak / İzmir / Türkiye
Aldıkları tedbirler sayesinde konak ahalisi kışı atlatmayı başarmıştı ancak. Hepsi iyi biliyordu ki; bu yeterli değildi. Baharın gelişiyle birlikte havalar ısınsa da dışarıda hava sıcaklığı halen sıfırın altındaydı ama hiç değilse dondurucu kutup tipilerine benzer hava şartları geride kalmıştı. Belli bir iş planı yapmışlardı. Önceliği yakınlarında yer alan televizyon kulesini gerçek bir gözlem üssü haline çevirmeye vermişlerdi. Yakın çevrelerini görmek ve muhtemel tehlikelere karşı önlem almak en öncelikli konuydu. Gözlemler sonrası çıkacak sonuçlara göre sonraki adımlarını daha bilinçli planlayabilirlerdi. Temel prensip olarak Konak bölgesinden adım adım uzaklaşmaya karar vermişlerdi. Araştırma çemberlerini ufak kademelerle genişleteceklerdi. Geçen sene yaptıkları gözlem, keşif ve erzak çalışmalarını bu sene çok daha planlı ve büyük ölçekte gerçekleştireceklerdi.
Baharın sonuna doğru geldiklerinde kulenin kaba inşaatı bitmişti. İnşaat malzemeleri bir kısmı hala duruyordu. Aşağıda saydıkları altmış torbayla birlikte üst kattakileri de ekleyince yüz torba çimentoları vardı. Cankır bir bu kadar inşaat malzemesi daha kullanarak kulenin en azından bir katını oturulabilecekleri bir hale sokabileceklerini düşünüyordu. Bu iyimser ve pratik bir fikirdi çünkü kule neredeyse bütün ana yol hattını görebiliyordu. Tek problem ısınmaktı, bunun içinde bir rüzgârgülü ve birkaç elektrik sobası işe yarar gibi görünüyordu. Tabii rüzgârgülü durursa bir gece içinde kuledeki herkes o kadar hızlı donardı ki; ne bunu fark ederler, ne de bir dahaki çağa kadar çözülürlerdi. Bu da kulenin en önemli dezavantajıydı. Kimse kulenin bu şartlarda hizmet vereceğini düşünmemiş ve ısı yalıtımını tasarımlarına katmamıştı.
Bir ay kadar önce Sean ve Levent harflerini yavaş yavaş söktükleri kitapları okuyorlardı. En çok merak edilen şey rahiplerin ufak oyuklara gizlediği yazı setlerinde bulunan ve kurumamış olan mürekkeplerdi. Bir süre bunu aralarında tartışan arkadaşlar mürekkebin ya da hokkasının büyü ile korunduğuna karar vermişlerdi. Bulabildikleri tüm parşömenler üzerinde sabırla çalışıyorlardı. Yiğit ve Cankır'a göre buldukları silah ve zırh atölyeleri yapıldığı çağa göre oldukça ileri olduklarını gösteriyordu. SAS komandosu onları durmadan zorluyor, durmadan eğitim veriyordu. Hepsi çoğunlukla yataklarına düşmeden uyumuş oluyorlardı ama bu çok iyiydi, delirmelerini önlüyordu.
Noyan kendisinin keşfettiği bu atölyelerden birinde kendi özerk devletini kurmuştu. Kendi yatağını bu atölyeye taşımıştı. Arada ona yemek götürmeyi görev edinen Pınar'ın başka bir işi çıktığı zamanlarda yemeğe gelip yaşadığını gösteriyordu. Atölyeye girdiğinden beri sakallarını uzatmaya başlamıştı.
Zeynep'se kendini iç aydınlanmasına vermiş durumdaydı, mahzende bulduğu belli başlı kitapları okuyor, geri kalan zamanlarda ise meditasyon ve dua ile günlerini geçiriyordu. Yiğit ve Cankır arada usta demirci Noyan'ı da yanlarına alıp, Yeni Ege Kapısının jeneratör işlerini hallediyorlar, kuleyi iyi havalarda sağlam bir istihkâm haline sokmaya çalışıyorlardı. Bu çoğunlukla karanlıkta geçirilen birkaç aydan sonra iyi bir uğraşıydı ve pek karşılıksız da sayılmazdı. Noyan bu zaman kaybı karşılığında onlardan zırh yapımında yardım istemişti. Zira tüm bunlardan önce Sean, Yiğit ve Cankır Makine Mühendisliğinin son sınıfını okuyorlardı. Farklı üniversiteler ve ülkelerin avantajı dersleri farklı şekillerde görmeleriydi, birbirlerine aynı konunun farklı açılarını ve yaklaşımlarını anlattıkça kendilerini biraz daha ileriye alıyorlardı. Noyan ve Pınar'ın keşfi olan gümüş renkli sıvıyı gördüklerinde Cankır ve Yiğit delirme noktasına yaklaşmışlardı. Zira okulda öğrendikleri hiç bir metal buna benzemiyordu.
Kitaplardan öğrendikleri kadarıyla şövalyeler ele geçirdikleri büyü kullanıcılarının eserlerini nedense yok etmek yerine değiştirmeyi tercih etmişlerdi. Kitapları ve dilleri öğrendikçe kitapların hepsini teker teker incelemeye başlayıp, kendi tercihlerine göre ayrı kollara ve odalara dağılmışlardı. Aslında bu durum gruba da tanıdık geliyordu.