Görkem Dalkıran afetin ilk günlerinden beri Sinop'taydı. Sinop'a bir öğrenci olarak gelmiş, afete burada yakalanınca evine geri dönememişti. Sinop afeti en iyi şartlarda atlatabilen sayılı yerlerden biriydi. Sınırlı yaşam alanı denizle çevriliydi ve anakaraya dar bir boğazla bağlıydı. Şehir yönetimi ilk kaosu atlattıktan sonra bu boğazı kapatarak kontrolü ruhsuzlardan geri almıştı. Yine de acımasız bir yaşam savaşı veriyorlardı. Şehirde hiç bir şey boşa harcanmıyordu, yaşam için sert bir disiplin gerekiyordu. Görkem o gün nöbetçi subaydı. Gözcüler gelip şehrin bir kaç kilometre kadar kuzey batısında bir transatlantik gördüklerini söylediğinde şaşkınlıktan az daha içtiği çayı burnundan çıkaracak, Bu gemiden elçiler geldiğini duyunca kalp krizi geçirecekti.
Anton adındaki elçi ve iki kutup ayısından bozma koruması şehir kapısına geldiğinde onlarla konuşan Görkem olmuştu. Anton Leshrac adındaki Amerikalı çocuk elçi olarak geldiğini söylemişti. Normalde kimse böyle bir çocuğu koruması olsun ya da olmasın ciddiye almazdı ama elindeki bir akıllı telefonla gelmişti.
Telefonda Anton'un yeni çekilmiş bir videosu vardı. Videoda depoları ağzına kadar dolu bir transatlantik görüntülenmişti. Anton malzemelerin paylamışımı karşılığında şehre sığınma hakkı istiyordu. Normalde bu malzemeyle şehir kırk-kırk beş yıl kadar dayanabilirdi ama Anton'la birlikte yaklaşık altmış kişi gelecekti. Bu şehri ele geçirebilecek bir kuvvetti. Şehir artık bir senato ile yönetiliyordu. Bu senato konuyu tartışırken Anton şehirde, Görkem'le kalacaktı. Anton şehrin koruyucu duvarları ardında donmuş deniz manzarasına bakıyordu. Görkem'in çatı katındaki evindeydi. Evin manzarası tüm ana karaya ve denize hakimdi.
Afetten önce oldukça popüler bir yer olmalıydı. Ev Anton'a bunaltıcı şekilde sıcak geliyordu. Oysa sıcaklık sadece on dereceydi. Kapının dışında bir kaç boğuk konuşma ve çakma sesi duyan Anton ister istemez gülümsedi. Ev sahibi bir toplantıya çağrılmış ve kapıda dört adamını bırakmıştı. Güler yüzlü genç adam her zaman samimi ve sıcak tavırlıydı ama Anton onun her hareketinde dikkatli bir gözlemcinin tetikteliğini hissediyordu. Bu yüzden Anton, Görkem'in evinde misafir ediliyor olmalıydı. Görkem'in koltuğunda bıraktığı eline alan Anton camın kenarındaki bar taburesine alıp bir kaç akora basmadan hemen önce saatini kontrol etti.
Görkem ona sorulmadan önce saatini kontrol ederek iç geçirdi. Konseye çağrılmaktan gerçekten nefret ediyordu. Yaşlı konsey başkanı emekli bir hakimdi. Beyaz saçlarını geriye doğru taramış, kırışıklarla dolu yüzü çatık kaşları yüzünden bir ağaç kabuğuna benzeyen Ferhat Bey, "Bu adamla pazarlık edebilir misin?" diye sordu.
Yardımcısı olan Jandarma komutanı, "Şehirde kaldıkları sürece silahlarını bize teslim edecekler ve kanunlarımıza uyacaklar," diye yeniden açıkladı. Son bir saattir pazarlıkları Görkem'in yapıp yapamayacağına karar vermeye çalışıyorlardı. Görkem'in sıkıntıdan bayılmak üzere olduğu bir yerlerde ihale ona kalmış olmalıydı.
Esnememek için kendisiyle mücadele eden esmer genç adam gülümseyerek, "Pazarlık ederim ama biz de silah taşıyoruz. Bunu kabul etmezler, malzemelerini alıp gırtlaklarını kesmeyeceğimizin bir garantisi yok," dedi dürüstçe. Kendisinin gördüğü bu basit görüş açısını kendisiyle pazarlık edecek olan kişi de görecekti.
İkinci yardımcı olan ve eskiden bir vali yardımcısı olan kel ve badem bıyıklı olan adam, "Bu çok saçma. Hepimizin ortak düşmanı kış ve ruhsuzlar. Birbirimize nasıl güveneceğimizi öğreninceye dek onlar orada donacak, biz de burada açlıktan öleceğiz," dedi kendisinden beklenmeyecek kadar makul bir tavırla.
Konsey başkanı anladığını belirtmek için başını sallamasına rağmen, "Ya köle taciri, ya da daha kötüsü gibi bir şeylerse?" dedi konseydekilerin yarısının endişelerini dile getirerek.