Kolcu büyünün rahatlatıcı etkisini üzerinde hissedip, gözlerini açtı. Buğulu görüntünü arasında yalnızca bir yüz ona bakıyordu. Diğerlerinin konuşmalarını duyabiliyordu. Denizhan mahzun bir gülümsemeyle, "Aramıza yeniden dönebilmene sevindik dostum," dedi, baş parmağıyla gerisini göstererek, "Levent seni iyileştirmek için her gün iki ya da üç büyü falan yaptı herhalde. Bir an için Noyan'la ben senin bir Noel geyiğine dönüşüp, dönüşmeyeceğini merak etmeye başlamıştık."
"Uyandı mı?" diyerek yanlarına geldi Noyan. "Seni kahrolası, o kapının yanına ne işin vardı? El bombaları tenis topu değildir, atınca kaçman lazım."
El bombası! Bu kelime Gece'ye bir kamyon gibi çarptı. Denizhan adamın yüzündeki acı ifadeden bir an için korktu. Kolcu kafasını başka bir yöne ağırca çevirirken Denizhan da yerinden kalkarak Noyan'a, "Hadi biraz daha dinlen," dedi. Noyan yanlış bir şeyler söylediğinin farkındaydı. Ancak her ikisi de yıkılmış koridorun mezar oluşturduğu yerde neleri gömülü olduğunu bilmedikleri için Gece'nin bu üzgün tavrına bir anlam veremiyorlardı.
Gece yavaşça ayağa kalkmaya çalışırken, "Ne kadardır yoktum?" diye homurdandı, denemesi ona baş dönmesi, göz kararması çeşitli acı ve sızılar olarak dönünce bundan vaz geçerek geri düştü.
"On iki gün..." dedi Denizhan.
"Kayıp?" diye homurdandı.
"Yiğit."
"Ne?" dedi Gece şaşkınca ona bakarak.
"Orada bir Savaş Robotu vardı," dedi Sean sıkkınca.
On bir gün kadar önce...
Yiğit'in cenazesi durumlarına uygun, sade bir törendi. Donmuş ağaçları kesip, arkadaşlarını bu ağaçların ufak piramidini üzerine koymuşlardı. Sean sakin ve dikkatli seçtiği kelimelerle arkadaşını uğurlamak için son konuşmasını yaparken yeniden kar yağmaya başlamıştı. Buldukları kumaşlarla sıkıca sardıkları Yiğit'in çarpışmadan sonra bulmaları yaklaşık otuz dakikalarını almıştı. Robot yakınlarındaki kar motorunu atıp, onu bir koruğun içine fırlatmış, daha sonrada Yiğit'in büyük çivilerle vurmuştu. Noyan bile eski arkadaşını o halde görünce üç gün konuşamamıştı. Konuşma bittiğinde Sean tatsızca, "Tanrılar yanımızda olsun," dedi. Arkadaşların taşıdıkları meşaleler piramidin etrafına teker teker düşerken alevden duvarlar hızla yükseldi.
On üçüncü gün...
Sabahın erken saatlerinde yeniden durdular. Gece her zamanki gibi Noyan'la birlikte önden ilerliyor izcilik görevini hiç bırakmıyordu. Topallıyor, eğilip, kalktıkça yüzü kasılıyor ama dinlenmeye, geriden gelmeye yanaşmıyordu. Yol arkadaşlarının hepsi Gece'nin sessiz tavrı konusunda endişeliydiler. Ama genellikle akıllarında Yiğit'in zamansız kaybedişleri vardı. Hepsi kendi ihtimallerini sıralasa da hiç biri ona neler olduğunu sormak istemedi. Yüzündeki patlama izleri her zaman kalacaktı. Levent ve Sean'ın bildikleri şifa büyüleri sadece iyileştirmek içindi. Estetik kaygısı gözetmeyen, pratik ve hızlı büyüler oldukları için bunları seçmişlerdi. Savaş anında kullanılmaya çok uygundu. Büyücüler temel olarak iki gruba ayrılırdı. Levent gibi Tapınak büyücüleri ve Sean'ın yer aldığı Akademik büyücüler. Tapınak büyücüleri büyüyü tanrıların onlara verdikleri bir hediye olarak kabul ederler. Bu büyücüler için büyü tanrıların verdikleri görevlerinde birer araçtan ileri değildi. Bu yüzden Levent, Bülent ve Ateş aynı sınıftan pek çok büyü kullanabiliyorsa da şövalyeler genellikle büyüyü daha az kullanıyordu. Sean kendini daha yakın görerek üzerine yoğunlaştığı Akademik büyücüler için büyü araçtan çok amaçtı. Gücün enerjiye hükmetmeye dönüşmüş hali. Bu yüzden zihin özelliğine ağırlık vererek başka hiç bir konu ile ilgilenmeden büyüye yoğunlaşırdı. Levent gibi ağır silah taşımıyordu. Levent da zaten o sırada Denizhan'a bunu anlatıyordu. Kısık sesle konuşurken gözleri çevrede dolanıyordu. "Ne yani?" diye fısıldadı, "Sadece büyücü desek olmuyor mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIŞ ÇAĞI SERİSİ / YENİ VERSİYONU
Подростковая литератураKış Çağı Serisi'nin yeni hali.