Gece; sanki hiç bitmeyecekmiş gibi görünüyor ve her tarafı huzurlu kollarıyla sarıyordu. Bu sessizliği bozan tek şey Haziran ayının ikinci dolunayında cırcır böceklerinin şarkılarıydı. Her tarafı masmavi aydınlatan ay ışığının yansıdığı nehir mavi ayın enfes manzarasının izlenebileceği en güzel mekanlardan biriydi.
Rüzgar cırcır böceklerinin şarkısı eşliğinde ağaçtaki yapraklarla zarif bir vals tutturmuş uçan adımlarla salınıyorlardı. Miskin miskin akan nehir bile en ufak bir ses çıkarıp bu huzuru bozmaktan korkar gibi davranıyordu. Küçük bir sincap bir ceviz ağacının üzerinde uyuklarken saat gece yarısını vurmuştu. Hiç bitmeyecek gibi görünen sessizlik ve huzur bir anda kaybolmuş, sahte bir sahnenin devrilmesi gibi yerle bir olmuştu. Birkaç saniye önce ses çıkarmaktan ürken nehir çağlamaya başlamış, cırcır böceklerinin şarkıları yerini dağlardaki kurtların acı ulumalarına bırakmıştı. Rüzgar şiddetini artırmış ağaçların dallarını kopartacak kadar hızlanmıştı.
Dallarda uyuyan küçük sincap korkuyla uyanıp ağacın içindeki bir kovuğa sığındığında mavi ayın aydınlattığı nehrin içinden bir şey yükselmeye başlamıştı. Kapkaranlık bir tabutun an be an yüzeye çıkışı ile kurtların ulumaları kulakları yırtacak boyutlara ulaşmıştı. Bir asır gibi gelen birkaç dakikanın sonunda siyah tabut tamamen suyun yüzeyine çıkmıştı. Rüzgar esmeyi bırakmış, kurtlar susmuş, nehir akmaktan vazgeçmişti. Az önceki sessizlik geri gelse de daha önce ki huzurdan eser kalmamıştı. Küçük sincap korkuyla kafasını dışarı çıkardığında havaya dolan ağırlık ile titremiş ne olduğunu anlamasa da içgüdüleri ona tehlikenin yaklaştığını haykırmıştı.
Küçük sincap yine de ilerleyip dallardan birine tırmanarak mavi ayın tam altında simsiyah duran tabuta bakıyordu. Nehir üzerinde duran ağırlıkla eziliyor gibi bir damlasını bile hareket ettiremiyordu. Yavaş yavaş açılan kapağın gıcırtısı bir ölüm marşını andırıyordu. 900 yıldır kapalı kalan kilitler teker teker açılıp kalın kapağın kalkışını büyük bir merakla izleyen minik sincap korkuyla tabutun içinden çıkacak şeyi beklemişti.
Bir seremoni gibi tamamen açılan kapaktan sonra havayı dolduran ağırlık adeta bir çelik gibi artmıştı. Simsiyah saçları topuklarına kadar iniyor, bembeyaz yüzü bir ölününkinden bile daha solgun görünüyor, upuzun boyu ile bir ressamın elinden çıkmış gibi duruyordu. Elleri göğsünün üzerinde birleştirilmiş uyuyor gibi görünen kız yirmilerinin başında ancak görünüyordu. Ayın mavi ışığı kızın tüm bedenini yıkarken zaman donmuş gibi her şey hareketsiz kalıyordu. 900 yılın ardından yavaş yavaş açılan gözlerinden akan kırmızılık nefret ve intikama bulanmıştı.
Kızın yaydığı ölüm sinyalleri yüzünden korkuya kapılan minik sincap ağaçtaki boş kovuğuna geri dönmüştü. Kız gözleri açık bir vaziyette kıpırdamadan hemen üzerinde duran mavi aya bakmıştı. 900 yıl önce ihanete uğradığında yine böyle bir ayın altındaydı. Yok olan kız kardeşleri, erkek kardeşleri ve dostlarının acısıyla buraya kadar gelmeyi başarmıştı. 900 yıllık intikamının acısı hala taptaze içinde yanıyordu. 900 yıl bu günün gelmesini beklemişti tabutunda.
Yavaş hareketlerle doğrulup ayağa kalktı. Nehrin üzerinde siyah tabutunun içinde simsiyah pelerini ile dururken onu aydınlatan mavi ayın altındaki görüntüsü bir ölüm meleğini andırıyordu. Kandan kanatları ayaklarını durduğu tabuttan yükseltip toprağa gelene kadar onu taşımıştı. Kızın ayakları toprağa değdiğinde anıları tekrar aklına dolmuş ve gecenin sessizliğine doğru sanki onu duyabileceklermiş gibi "Geri döndüm" diye fısıldamıştı. Rüzgar bu bildiriyi birilerine ulaştırması gerekiyormuş gibi bir anda hızlandığında kızın simsiyah saçlarını havalandırmıştı. Oldukça yavaş adımlarla ilerlerken dudakları bir şarkıyla bir dua arasında bir tını da sadece "Geri döndüm" diye fısıldıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bluemoon (ASKIDA)
VampireMyles sıradan bir sokak çocuğuydu. Ta ki ev bildiği viraneye garip bir kız gelene kadar... Pandoranın kutusu açılıyor, 900 yıllık nefret ortaya çıkıyor!