le début de la fin

101 10 0
                                    

" Bir, iki, üç, dört, iki, iki, üç dört, üç, iki, üç, dört..."

Madame Azumabito'nun kombinasyonlarını en iyi şekilde yapmaya çalışırken ilk defa bu kadar yorulduğumu hissetmiştim.

Aslında beni bu kadar zorlayarak çalıştırmasını ben istemiştim. Yaklaşık bir aydır her sabah Tokyo'da kondisyonumun güçlenmesi için koşuyordum. Onun üstüne de zaten Madame ile saatlerce çalışıyordum.

Geçen aylarda İspanya'da düzenlenen uluslararası bir bale yarışmasında birinci olmuştum ve ayrıca da jüri özel ödülünü de almıştım.

Yarışmadan sonra da Japonya'ya geri döndüğümde beni havaalanında hiç tanımadığım bazı Avrupalı kişiler karşılamıştı. Madame'a onların kim olduğunu sorduğumda onların 'L'Opéra de Ballet'den' geldiklerini duyduğumda yaşadığım şoku anlatamazdım.

Dediklerine göre bu dünya çağında yapılan yarışmanın birincileri, kışın Paris'te sergilenecek "Kuğu Gölü" balesinde rol alacaklarmış.

Madame ile onları güzelce ağırlamak adına onları evimizde ağırlamak istedik. Evimizde bana özel kocaman bir stüdyo yapmıştık. Her zaman en iyisi olmak istemiştim. Ama Madame kendimi çok zorlamamam gerektiğini söyleyip dururdu.

Ama ben hayatımda her zaman en iyisi olmak istedim. O parlak sahne ışıkları hep beni göstermeliydi...

Evde yetkililere matcha çayı ikram ettikten sonra hep beraber güzel bir sohbete dalmıştık. Buradan da Madame'a bana zorla aldırdığı Fransızca dersleri için bir daha teşekkür ettim.

Anladığım kadarıyla farklı farklı ülkeden dansçılar da bu organizasyona katılacakmış ve temsile bale camiasından bir sürü kişi gelecekmiş.

Onları ağırladıktan sonra yaşadığımız mutluluğu anlatamam bile. Annem gibi gördüğüm Madame ile bu kadar mutlu olduğumuzu hatırlamıyordum.

Bu sebeple çalışmalarımı çok daha artırmam gerekiyordu. Bu sene girdiğim üniversitemi dondurma kararı almıştık bu yüzden. Okula gittiğimizde insanların bana bakıp benim hakkımda konuşacaklarını hiç düşünmezdim. Hatta benimle fotoğraf çekinmek isteyenler bile vardı...

Stüdyoya döndüğümüzde Madame'ın verdiği karardan dolayı ben Paris'e gidene kadar sadece bana özel ders verecekti.

Her geçen gün kendimi geliştirirken beni tanıyan insan sayısı da giderek artıyordu. Mayo dükkanları da bana sponsor olmak adına her gün evimize onlarca bale mayosu ve pointeler gönderiyorlardı.

Paris'e gitmeden bir hafta önce kaç defa benimle röportaj yaptıklarını saymayı bırakmıştım. Japonya'yı temsil ediyordum artık. Haberlerde çıkamama alışmam gerekiyordu ama yine de kendimi her ulusal kanalda gördüğümde utanıyordum.

Japonya'daki son gecemde Madame ile fotoğraflarımıza bakıyorduk. O benim omzuma kadar gelen kapkara saçlarımı tarayıp örerken ben de albümün sayfalarını çeviriyordum. Biriktirdiğim tüm anıların çoğu Madame'laydı.

Fotoğraflara bakarken koyu mavi gözlerimden birkaç gözyaşı düşmüştü. Ona çok minnettardım. Akrabalarım bile bana bakmak istememişken Madame beni yanına almış ve beni büyütmüştü.

Ben üç yaşındayken babam ve hamile annemle arabayla giderken bir trafik kazası yaşamıştık. Annem ile babam olay yerinde hayatlarını kaybetmişti. Doktorlar benim dayanamayacağını düşünmüşlerdi ama iki gün yoğun bakımda kaldıktan sonra kendime gelmişim.

Bu kazadan dolayı belimde fazla büyük olmayan ama şort giydiğimde gözüken bir bir kesik izi var. Cenazeye hastanede olduğumdan katılamamışım. Ama yanımda hep annemin en iyi arkadaşı olan Madame, namı değer Kiyomi Azumabito durmuştu. Kendisi annemle konservatuvarda tanışmış. İkisi de çok başarılı balerinlermiş. Annem emekli olduktan sonra öğretmen olmak yerine kendisini bana bakmaya adamış.

Madame ise bir bale okulu açıp öğretmen olmuş. Benim bu travmadan kurtulmam için bana bale yapmayı öğretmiş. Kendisi ilk defa beni bu kadar mutlu görmüş. Ben de kendimi ilk defa bu kadar mutlu hissetmiştim. Müziğin ruhu sayesinde kendime gelebilmişim.

Bu duygulanmadan sonra da güzel anılarımızı anlatıp birlikte gülme krizlerine girmiştik. Aslında fazla duygularımı belli etmezdim. Bu yüzden camiada da "Buz Kraliçesi" diye adlandırılırdım. Sadece sahnedeyken duygularımı belli ederdim.

...

Sonunda o gün gelip çatmıştı...

Elimde iki bavul ve bir spor çantasıyla dış hatlar terminalinde Madame ile vedalaşmak üzereydim. Ama bu özel anı fotoğraf makineleri ve kameralar mahvetmek üzereydi.

Onlara selam verdikten sonra benim Madame ile vedalaşacağımı anlamışlardı ve bizden uzaklaşmaya başladılar.

Madame bugün de saçımı benim küçüklüğümdeki gibi iki yandan örmüştü. Siyah botlarım, kot pantolonum, kar gibi beyaz gömleğim ve kahverengi kazağım ile beni Fransızlara benzetmek istemişti. Ne kadar onlara benzediğini bilmiyordum ama kıyafetlerimi beğenmiştim.

"Mikasa... Seninle gurur duyuyorum kızım."

"Madame, tüm emekleriniz için teşekkür ederim. Sizin sayenizde şu an buradayım. Siz o günlerde yanımda olmasaydınız şu an nerede olurdum bilemiyorum. Hayatımı kurtardınız..."

Dedikten sonra doksan derece eğilerek ona hürmetlerimi sunmak amacıyla selam verdim. Ama o sıra flaşların patlayacağını düşünmemiştim.

Yere düşen damlalara baktığımda ilk defa Madame'ın ağladığını görüyordum. Duygusal olmayı sevmezdim. Ama içimden bir ses bunu boşvermemi söylüyordu. Ona sarılabildiğim kadar sıkı sarılmıştım.

Tam ona veda edip terminal kapısından geçerken beni durdurdu ve cebinden bir kolye çıkardı. Kolyenin üstünde altın bir yıldız vardı.

"Mikasa, bu kolye annenin kolyesiydi. Senin yaşındayken Paris'teki turnemizde birlikte almıştık. Artık bunu takma sırası sende. Bu altın yıldız gibi parlayacağına söz vermeni istiyorum."

"Madame, en başarılı balerin olacağıma yemin ederim. Başrolü oynayacağım ve tüm dünya beni tanıyacak. Sayonara..."

Dedikten sonra kapıyı geçtim. Arkamdan alkış sesleri geliyordu. Herkes bana güveniyordu. Onların güvenini boşa çıkarmamam gerekiyordu.

Yıldız gibi parlama sırası bendeydi artık.

Black Swan 黑天鵝 | Mikasa AckermanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin