niall horan - mirrors.
Tuana;
"Üzgünüm," dedim aynadaki yansımasımama. Morarmış göz altlarım, yamuk kesilmiş kahverengi saçlarım, durduramadığım göz yaşlarıma dikkatlice bakıyordum. Üzerimdeki pembe renkteki bol tişörtün önüne kan damlamıştı. Burnumdan. Elimin tersi ile burnumdaki kanı sildim.
Sanki her şey benim suçummuş gibi geliyordu. Her şeyi ben mahvetmişim gibi. Bilemiyorum... Belki de gerçekten öyledir.
Aynada gördüğüm insan, daha iki sene öncesine kadar her şeye gülen, her zaman mutlu olan kız değildi. Bundan nefret ediyordum. Ama eski benden de nefret ediyordum.
Elimdeki makası bıraktım. Lavobaya dökülmüş saçlarıma baktım. Az önce kendi ellerimle kesmiştim. Belime kadar uzanan saçlarımı, düzensizce kesmiştim. Artık omuzlarıma geliyordu.
Saçlarımı bir anlık sinirle kesmiştim. Üvey babam ile kavga etmiş, sonra da kendimi burada bu şekilde bulmuştum işte. Kavga sebebi aynıydı; Tuana'nın eve sürekli geç gelmesi... Okuldan beşte çıkıyordum, kaçta gelmemi bekliyordu ki?
Lavabodaki saçlardan çektim gözlerimi. Tekrar aynadaki kendime baktım. "Yapmak zorundaydım."
Acı çekiyordum ama buna rağmen yaşamayı seviyordum. Tenha bir yere çekilmiş mutluluğa ulaşmak istiyordum. Bulmak istiyordum. Bunun içinde uğraşacaktım. Hiçbir şeyden korkmuyordum, sonuçta. Korkarak yaşanan bir hayat dışında.
O mutluluğu bulmak için maceracı ruhumu tatmin etmeliydim, biliyordum. Zaten bana göre, mutluluk bu kasabanın dışındaydı. Yani, gereken buradan gitmemdi.
Arka cebimde titreyen telefonumu çıkardım. Leya'dan beş tane mesaj gelmişti. Leya, benim sanaldan arkadaşımdı. O ve onun sayesinde tanıştığım arkadaşları; Deniz, Mert ve Defne dışında beni seven birileri yoktu. Benim konuştuğum başka kimse de yoktu. İnstagrama girerek mesajlarına baktım.
leyathequeen
tuanaaa.
tuana, kızım nerdesin?
sabahtan beri mesajlarıma sadece görüldü attın.
darılıyorum ama.
merak ettim seni.
tuanaztiryaki
işlerim vardı.
ama iyiyim merak etme.
sana gece yazarım.
Yazar yazmaz telefonu tekrar kapattım. Lavobanın içindeki saçlardan kurtulmam gerekiyordu. Damlamış kanlardan ve kendimden. Oldukça hızlı şekildeki banyoyu toparladım.
Banyonun kapısını açtım. Salondan yani alt kattan televizyon sesi ve kahkahalar geliyordu. Banyoda geçirdiğim süre boyunca akıllarına gelmemiştim, bu iyiydi. Banyo kapısının çarprazındaki kapıyı açıp odama girdim.
Odam, beyaz ve krem renkleri ile donatılmıştı. Toplamadığım için çok fazla dağınıktı. Babamın gidişinden sonra, bu odayı toplamak zor geliyordu. Ara sıra annemin aklına gelirse kendisi, gelmezse de yardımcımız temizlerdi.
Dolabımı açtım ve dağınık kıyafetlerin arasından rastgele bir tişört ile eşofman aldım. Üzerimi değiştirip kanlı kıyafetlerden kurtulunca derin bir nefes verdim. Duvardaki saate döndüm. 23;28
Az kalmıştı. Yaklaşık bir saat sonra çok sevgili üvey babam (!) oturduğu koltukta uyuyakalırdı. Annem kesin çoktan sızmıştır. Üvey abim ise şu an herhangi bir sokak arasında rastgele bir serseriden dayak yiyordur.
Yani, yaklaşık bir saat sonra önce bu evden sonra bu boktan kasabadan gidiyordum.
Nereye gideceğimi bilmiyordum. Ama gidecektim. Babamın arabasını alacaktım. Onunla giderdim. Kimse peşime düşmek ile uğraşmazdı. Bir yerde öldüğümü düşünüp bırakırlardı.
Bende araba ile gidebildiğim yere kadar giderdim. Polise yakalanmadan. Ehliyetim yoktu, sadece araba kullanmayı biliyordum.
Dağınık yatağıma uzandım. Başıma en fazla ne gelebilirdi ki?
***
Gözlerimi açtım. Beyaz tavan ile bir süre bakıştıktan sonra aklıma buradan kaçmam gerektiği geldi. Saate baktım. 03;11'di. Tamam benim planlarımı aşan bir saat ama sorun değil.
Hemen toparlandım. Hazırladığım küçük bir sırt çantasını aldım. Yavaş adımlarım ile merdivenlerden inerken, üvey babamın horlama sesleri geliyordu.
Kalbim şimdi çok hızlı atmaya başlamıştı. Kapıya yaklaştıkça ellerimde titremeye başladı. Bu yolun dönüşü yoktu. Girmiştim bir kere. Ya bu boktan kasabada hiçbir şey yaşamadan ölecektim. Ya da yeni maceralara atılacaktım.
Ama bir gün öldüğümde, bu dünyaya veda ederken hiçbir şey yapmamış biri olmayacaktım. En derin maceraları, en derinden yaşamış olacaktım. Yani umarım. Deneyecektim.
Pes etmeyecektim.
Kapının kulpunu aşağıya çektiğimde anladım. Dışarısı her zaman içeriden daha iyi olacaktı benim için.
Esen sert rüzgar, bahar ayı olmasına rağmen üşütüyordu. Yüzüme çarpan rüzgar ile kapıyı sakince kapattım. Artık tek dileğim; arabaya kadar başıma bir şey gelmemesiydi.
Gri renkteki eskimekten boyası kalkmış arabanın kapısını açtım ve içeri girdim. Çantamı arkaya attım. Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapattım ve burada yeniden oturuyor olmanın tadını çıkardım. On dört yaşındayken babam öğretmişti. On beş yaşındayken tamamen biliyor olmasamda cadde de sürecek kıvama gelmiştim. Babam ehliyetsiz sürmemem gerektiğini biliyordu. Belki de gitmeye o zaman karar verdiği için tek çocuğuna araba sürmeyi öğretmeden gitmek istemediği için öğretmişti.
Derin bir nefes verdim. Ellerim arabanın direksiyonuna gitti. Yavaşça gezdirdim, ellerimi.
"Ben geldim." dedim boş ve sessiz arabaya. "Ben geldim." Babamsızdım, yalnızdım. Uzun süredir olduğum gibi. Tuana'ydım. Ve sadece yalnızdım.
En sonunda gitmem gerektiğini anladığımda anahtarı sokup arabayı çalışırdım. Gitmeden önce bir şey daha yapmalıydım. Telefonumdan Leya'ya mesaj attım. Bir veda mesajı gibiydi. Leya, beni anlardı. Hattımı çıkardım ve telefonu sıfırlayıp, arabanın camından dışarı attım.
Tenha bir köşeye çektiğim Naz'a sonsuza kadar veda ettim. Babam ile olan hatıralarıma. Eskiden bana gerçekten anne olan kadına veda ettim. Sonsuza kadar Tuana olarak, tekrar yalnız olarak çıktım bu yola.
İşte başlıyoruz. Görüşmemek üzere, Saklıca Kasabası.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanet Olası Dünyanın Sonu | ÇağTu.
Fanfiction❝Gecenin bilmem kaçıydı, yamuk kestiğim saçlarımla, babamdan kalma arabamın içinde, boş yolda sürüyordum. O gün hayatımın dönüm noktası oldu. Sayende, yaşamak ne demek öğrendim, sayende, sevmeyi ve sevilmeyi öğrendim. Kendimi sevmeyi bile senden öğr...