Ertesi gün, ocakta pişen şey her neyse onun leziz kokusuyla uyandım ama lapa yemeyecek olmak bile moralimi düzeltmeye yetmedi.
Saya ise bu gün iyi bir ruh halindeydi ki bu çok nadir yaşanan bir durumdu...
Sabah erkenden kalkmış, ekmek yapmış, kümesten Dikizci'nin hiç doğmayacak çocuklarını toplamış ve yumurta pişirmişti. Kalkıp şöyle bir etrafıma baktım...
Vay canına! Etrafı da temizlemişti sanki.
Ağlamaktan kısılıp çatallaşmış sesimle, "Günaydın." dedim resmen gaklayarak.
İçten bir gülümsemeyle, "Günaydın kızım." diye cevap verdi ve şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırmama sebep oldu.
Ne oluyordu yahu?
"Sen..." öksürerek boğazımı temizledim ve tekrar konuşmayı denedim. "Sen iyi misin Saya?"
Akşam uykumda bir kafam daha çıkmış gibi bana bakarak, "Elbette." dedi ve gözlerini benden ayırmadan hemen karşımda duran sandalyesine oturdu.
Bir süre, onu sanki çözmeye çalıştığım bir bulmacaymış gibi inceledim, sonra omuzlarımı silkip boş verdim ve bir şeyler yermiş gibi yaptım. Çok ama çok uzun zamandır kahvaltıda lapa dışında bir şeyler yeme şansım vardı ve benim iştahım yoktu. Harika! Şans Tanrıları popomu yesinlerdi.
Gözlerini üzerimde hissettim. Kafamı kaldırarak ona bakınca göz göze geldik. Birkaç saniye beni inceledikten sonra gözlerini kısıp, "Peki, sen iyi misin?" diye sordu.
Neyden bahsettiğini anlamıyormuş gibi gözlerimi kırpıştırıp ona baktım ve "Elbette." diyerek onun az önce verdiği cevabın aynısını verdim.
İkimizde bir süre bir birimize; 'yalan söylediğini biliyorum' bakışları attık. Yani o tek kaşını kaldırarak bana baktı. Bense, kafamı hafifçe yana eğerek gözlerimi kıstım.
En sonunda pes edip kafasını salladı ve "Bu gün yine huysuzluğun üstünde." dedi. İkimiz arasındaki tek huysuz kendisi olduğu için, bana böyle bir şey söylemesi komikti aslında.
"Bu gün kasabaya benimle gelmek ister misin peki?" diye sordu.
Yumurtamı çiğnerken düşündüm, İstiyor muydum? İstemiyordum... Ancak bu, evde kalmak istediğim anlamına da gelmiyordu. Aslında genel olarak, yatıp uyumak dışında hiçbir şey yapmak istemiyordum.
Kafamı hayır der gibi iki yana sallayarak, "Kendimi pek de iyi hissetmiyorum, sanırım evde kalsam daha iyi olur." diye cevap verdim.
Sonraki bir kaç gün, gerçekten de yatıp uyumak dışında hiç bir şey yapmadım...
Daha sonra günler bir şekilde akıp gitti. Lance ile son görüşmemiz üzerinden günler geçmişti. Kendimi onu düşünmemek için sürekli bir şeylerle meşgul etmeye çalışıyordum.
Sabahları erkenden kalkıyor, kahvaltıyı hazırlıyor, ortalığı toparlayıp Saya'nın peşine takılıyordum. Saya'nın evde olduğu zamanlardaysa; ata biniyor, onu düşünmekten kaçabilirmişim gibi atımı dörtnala sürüp, tenha yerlerden özellikle uzak duruyordum.
Kendime sürekli onun benim için doğru kişi olmadığını söylüyordum. Onu hatırlamak karnımda küçük bir ateş tutuşturuyordu. Kendimi, gözlerimle etrafta onu aramaktan alıkoyamıyordum. Hâlâ beni izliyor muydu?
Bunların hiç biri benim için iyiye işaret değildi ama kendime mani olamıyordum.
Ormana hiç gitmedim, Saya'da bu konuda hiç soru sormuyordu. Ona neden artık ormana gitmediğimle ilgili bir bahane bulmaya çalışmıştım ama aklıma bir şey gelmiyordu. Doğruyu da söyleyemezdim. Hem ne diyebilirdim ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EVA +18 (Avesta Serisi 1. Kitap)
FantasyKitap +18 içeriklidir ve yetişkinler içindir. Ölümsüzlerin hâkim olduğu acımasız Avesta topraklarında, insanların çok fazla seçeneği yoktu. Ya açlık ve sefalet içinde yaşayacaklardı, ya da özgürlüklerinden vazgeçip köle olmak zorundalardı. Bu yeni d...