Tuana;
Babamın dolabından aldığım hırkasını üzerime giyip, karavanın dışına çıktım. Babam çadırları hazırlamıştı. İki taneydi.
Karavanın hemen önünde duruyorlardı. İki çadırın ortasında da sandalyeler ve kamp ateşi vardı. Duman, hava ile buluşuyordu.
Bahar ayıydı, yaza yaklaşıyorduk. Ama burası soğuktu. Hırkama biraz daha sarıldım.
Babama eskisi gibi yakın olamıyordum. İstiyordum, ama yapamıyordum. Zamana ihtiyacım vardı, belki de. Zamanım var mı bilmesem de.
Kimseye kızgın hissettiğimi sanmıyorum. Sadece kırgındım.
Burada ne kadar kalacaktık, acaba? Yarın giderdik belki de. Ya da babamla, babamın iki sene yaptığı gibi yaşardık.
"Tuana," Yağız'ın sesini duymam ile ona döndüm. "Seninle hiç düzgün konuşma fırsatımız olmadı." dedi birkaç adımda yanıma gelerek. Kafamı salladım. Haklıydı, sonuçta.
Birlikte suç işlemiş, tanımadan ona da diğerleri gibi bağlanmıştım ama daha yeni tanımıştım.
"Yaşadıklarının zor olduğunu biliyorum, hepimiz öyleyiz. Kötü yollardan geçiyoruz ama ayakta kalabileceğine inanıyorum." dedi gülümseyerek. Üzerine o da babamın kazağını giymişti. Babam uzun boylu, iri yapılı biri olduğu için ona da bol geliyordu, kıyafet.
"Bende sana, size inanıyorum."
"Babanla ilişkiniz çok güzel. Aranızda ne geçti, baban neden burada bilmiyorum. Leya ile bana anlatırsınız belki." dedi ve kendine güldü. Bende ona güldüm. "Babam benim ilk ve tek arkadaşımdı. Leya ile tanışana kadar."
Bir eli ile omzumu sıvazladı. "Babana karşı soğuk hissetmen doğal, bu açıkça belli oluyor. Ama babanın seni çok sevdiği belli, çok da iyi biri." dedi sakin sesi ile. "Şimdi şuradan kitabı alıp gidiyorum. Çağan da senin yanına geliyor zaten." dedi son cümlesinde arkayı gösterirken. Dönüp arkama baktım.
Çağan elinde iki karton bardak ile yanıma geliyordu ama yüzünü buruşturuyordu. Sanırım elini yakmıştı.
Yanına gidip bardaklardan birini aldım. Alırken elim eline değmişti ve Çağan az önce elinin yandığını unutmuş gibi elimi çekmeme izin vermedi. Gözlerimin içine bakmaya çalışıyordu. Daha günün sabahında benden kaçırdığı ela gözleri şu an benimle göz göze gelmek için can atıyordu.
Ona baktım ve gülümsedim. "Efe," dedim sakince. "Ne, Efe mi?" Transa geçmiş gibiydi. "Elimiz yanacak versen mi artık bardağı." Kaşlarını havaya kaldırdı ve elini çekti.
Kahveyi aldım ve bana uzun gelen hırkanın kolları ile ellerimi kapatarak bardağı tuttum.
Sağ tarafıma geçti ateşin önüne oturup kahvesini yere koydu. Bende yanına oturdum.
"Bana kızgın mısın?"
Gözlerimi ateşe sabitledim, titreyen sesime aldırış etmeden konuştum. "Bunun cevabını bende bilmiyorum." dedim.
"Tek bildiğim şey, senin yanında her zaman iyi hissediyor olmam. Ve bunu kaybedemem."
"Ben de seni kaybedemem, Naz."
Elimdeki bardağı dudaklarıma götürdüm. Kahvenin sıcağı boğazıma yakıyordu. Ama ben sıcağı severdim. Bu acı, tatlıydı bana göre.
"Merak ettiğim şeyler var." dedim ona dönerken. O, zaten beni izliyordu. "Babam ile nasıl iletişime geçtin?" diye sordum. Birçok soru vardı, ama hepsinin zamanı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanet Olası Dünyanın Sonu | ÇağTu.
Fiksi Penggemar❝Gecenin bilmem kaçıydı, yamuk kestiğim saçlarımla, babamdan kalma arabamın içinde, boş yolda sürüyordum. O gün hayatımın dönüm noktası oldu. Sayende, yaşamak ne demek öğrendim, sayende, sevmeyi ve sevilmeyi öğrendim. Kendimi sevmeyi bile senden öğr...