Saphire kulenin terasında, istanbul boğazını izlerken, duvarın üzerine çıkarak kendimi boşluğa bıraktım. Beşiktaş sahiline doğru süzülmeye başladım, tam sahile ulaşmak üzereyken bir anda yüksek sesli alarmı duydum.
MURAT saat 09.30
ZAARRRT ZAAARRT ZAARRTT "tamam, tamam uyandım a**na koyim sus " dedim saatin üstüne vurarak. Ne ara sabah oldu yav. Az önce beşiktaş sahiline iniyordum, ne ara geri döndüm. Esnemek için kollarımı gerdiğimde elim yumuşak bir şeye değdi. Ne olduğunu anlamak için yoklarken elimi ısırınca. Kedim kuntiz olduğunu anladım. Birden kucağıma alıp oyunla karışık bir güzel yoğururken "Lan kuntiz hareket eden bişey görme mk, hemen sarıl bok seni. şimdi sidiridit burdan " diyerek, hafifçe yatağın boş kısmına attıktan sonra yataktan kalktım şortumu ve atletimi çıkartarak banyoya girdim.
Bu arada ben murat yaşım 287 bir seksen boylarında, kahverengi saçlı, buğday tenli, kızıla yakın kahverengi gözlü, pek yakışıklı sayılmam ama sempatik 😋 kuntiz ise benim kedim simsiyah tüyleri, iri çimen yeşili gözleriyle tüm hayatım boyunca sahip olduğum tek evcil hayvanım. Bir buçuk yıl önce sokakta bir mazgalın içinde sıkışmış olarak buldum. O günden beridir benimle, normalde hayvanlar bana pek yaklaşmaz, çünkü korkarlar ama o farklı, yavruluktan itibaren yanımda olduğu için artık alıştı. Bazen, acaba sömürdüğüm hayatların bir kısmını kuntiz'e versem mi? Bir çok insandan daha fazla yaşamaya hakkı var sonuçta değil mi? Ama şimdilik dursun bakalım.
Duş alıp, saçlarımı kuruttuktan sonra dişlerimi fırçalarken başıma saplanan ağrıyla lavaboya yaslanmak zorunda kaldım. Evet, işte başlıyoruz. Ani ışık patlamaları, her biri bir saniyelik kesik kesik görüntüler, ne olduğumu soran korkmuş yüzler, hayatı için yalvaran insanlar, acı çığlıklar, yanan insanlar, ölen insanlar.
Tekrar aynaya bakabildiğimde, gördüğüm yüzden hiç memnun kalmadım. Kıpkırmızı gözler ve tam tersi kanı çekilmiş kireç gibi bir yüz. Ben kim miyim, ben bir avcıyım, ben istanbulun şeytan avcısıyım. Ben Davdalnaar'ım. Öldürdüğüm o insanlar, zalim olanlar, hayatında birkez olsun iyilik yapmamış katiller, tecavüzcüler, sapıklar vs vs. Onlar benim yemeğim, onlar kalan ömürlerini çaldığım şeytanlaşmış insanlar. Aslında bana kalsa, yani gündüzleri olan bana. Bu kadar yaşamayı boş verip 1800'lü yıllarda kalıbı dinlendirmeye başlamıştım. Tabi Davdalnaar olmasaydı.
O ve ben aslında aynı kişiyiz, aynı bedeni paylaşan iki farklı ruh gibiyiz.
Başımın ağrısı geçtiğinde, işimi bitirip banyodan çıktım. Kuntizin mamasını ve suyunu verdikten sonra gardrobuma yöneldim, lacivert yakasız gömleğimi ve bej keten pantolonumu yatağın üstüne attıktan sonra çekmeceden boxer ve çorap aldım. Üstümü giyindikten sonra, arabamın anahtarını alıp evden çıkmak üzereyken başıma saplanan ağrıyla hem şaşırdım, hemde ağrının etkisiyle bir dizimi yere koymak zorunda kaldım. İki kez mi, daha önce iki kez olmamıştı ki. Gözümün önüne gelen görüntüler. Bu, bu çok, TUHAF!
Bir binanın çatısında, yıldızları izlerken imdat çığlığı duyuyor, ve sesi takip ederek evsiz bir adamın, bir kızı karanlık bir parkta yere yatırmış olarak buluyorum.
Aşağılık herif. Demek bu geceki yemeğim sensin. Hızımı kullanarak yanına gittikten sonra, ensesinden tutup havaya kaldırıyorum, acıyla bağırıp " sen kimsin lan s*kik herif bırak beni" derken gözlerimi görüp, besmele çekmek üzereyken elimle ağzını kapatıyorum "allah'ın adı senin ağzında kirlenmemeli" deyip kalan ömrünü sömürüyorum, boynunu kırarak öldürdükten sonra işaret ve orta parmağımı kalbine saplayıp onu küle çevirecek büyümü içine bırakıp, kazak ardıçların ortasındaki boşluğa fırlatıyorum. Sonra korkudan bayılıp kalan kıza dönüyorum.