Uyandığımda tam olarak beklediğim bir görümtüyle karşılaştım:
Evin içi tamamen darmadağındı ve etrafı ağır bir kusmuk kokusu sarmıştı. İlk zamanlarda miğdem bu kokuyu kaldıramıyordu, ama zamanla insan alışıyor. Elimi yüzümü yıkamak için gittiğimde tualet kan ve kusmuk karışımı içindeydi. Bileklerini keserken kullandığı jilet bile hala kan içindeydi paslanacak diye düşünmeden edemedim bu jilet haldeyken cildini kanatırsa ölümcül olur.
Peki ben ne yapacaktım? Hiçbirşey, bırakalım ölsün.
Tualetin kapısından çıkarken arkama baktım, o jileti o şekilde bırakabilecek kadar şerefsiz olamıyordum işte, lanet olsun.
İçeri girip jileti güzelce yıkadım. Daha henüz paslanmamıştı. Tam olarak inanmadığım tanrıya teşekkür ettim. Eğer biraz daha dursaydı...
Bekle biraz, ben neden onu düşünüyordum ki? O benim hayatımı mahvetmişken neden onu kurtarmak istiyordum ki? Onu hala seviyor muydum yani?
Saçmalık. Sadece insanlık nağmına yapmıştım. O kadar.
Kan ve kusmuk lekelerini görmezden gelerek elimi yüzümü yıkadım.
Kandan ve kusmuktan uzak olan tek yere, odama geçtim. Simsiyah gardrobumdan üstünde "You are f*cked my life" yazan siyah sweatshirt ü geçirdim. Altıma da kirli gri bir kot şort. Dizüstü iskeletli çoraplar ve her zaman giydiğim parmakları açık eldivenleri unutmadım tabii ki. Boynuma zımbalı kolye taktım, ve siyah emo saçlarımı iyice kaldırdım. Bir emo olmasam da emo saçlarına karşı bir sempatim var. Siyah göz kalemi, siyah ruj ve parfüm. Yola çıkmaya hazırdım. Siyah çantamı sırtıma geçirdim ve kapının yanındaki ayakkabılıktan siyah yüksek taban converse lerimi giydim. Okul bizim eve oldukça yakındı, geç kalmama imkan yoktu. Okulu sevmiyordum, okula gidip gitmemem kimsenin umrunda değildi, peki neden gidiyordum?
Hayat çok sıkıcı olduğu için tabii ki. Evde ne yapacaktım? Sadece daha çok ölecektim.
Okulumun sidik rengi kapısından içeri girdim. Sınıfım 2. Kattaydı, iki kat üste çıkarken benimle aynı yönde ilerleyen birini gördüm. Sınıfa yeni mi geldi?
Herneyse, umurumda değildi, benim gibi karanlık olması ona sempati duyacağım anlamına gelmez .
Fakat daha sınıfa girer girmez boş olan yanıma oturdu. Kimse oraya oturmaya cesaret edemezdi. Hiçkimse.
-Tarzına gerçekten bayıldım, benim ruh ikizim falan olabilirsin, seninle tanışmak istiyorum.
-defol.
Kız bu tepkiyi beklememiş olacakki donakaldı. Yediği lafı yutkundu:
-Pekiala, fazla ışıldadım sanırım. Ama beni buradan kovamazsın çünkü tek boş yer burası.
Sınıfın içini inceledim. kız haklı lan diye düşünmeden edemedim. Gerçekten de boş olan tek yer benimkiydi.
-o yüzden tanışmak zorundayız, yanında oturuyorum sonuçta.
-pekala, tanışalım o zaman.
Dedim gönülsüzce. Kız kendini tanıttı:
-benim adım Sarah Anna Bloodberry, sen?
-ben de Obsidian Ivy Warner.
Kızın gözleri hayretle açıldı. Sanki aşırı çikolata yemiş küçük çocuklar gibi sırıtıyor ve bütün bedeni titriyordu ne dedim ki ben şimdi?
-Aman Tanrım. *üstündeki tişörtü gösterdi* aynı ... Aynı... *gözleri sulandı* konuşamıyorum lanet olsun.
Tişörtün üstünde bana oldukça tanıdık gelen bir adam vardı. Ve tişörtün üstünde yazanı sesli okudum:
-Marilyn, Manson mu?
İyide benim ne alakam olabilirdi ki o adamla? Adını duymuştum fakat çok da umursamamıştım.-*hayretle ağzı açıldı* yoksa bilmiyor musun?
-neyi bilmeliyim?
-Marilyn Manson'la aynı soyadı taşıdığını.
Aptal aptal kızın suratına baktım. Manson nerdeee, Warner nerde gözünü seveyim?
-sanırım gerçekten de bilmiyorsun. Marilyn Manson kendi adı değil, asıl adı Brian Hugh Warner.
Ve bütün dünya o an başıma yıkıldı. Ne yani, şu an yanımda oturan kız babamın hayranı mıydı? Ve babam neden ismini değiştirdi? Kafamda buğlu hatıralar vardı ama o kadar karışıktı ki, hatırlamaya zorladıkça beynim uyuşuyordu. Ben de umursamıyor ayağına yattım.
-hmm, peki.
-ne pekisi ya! Kızım sen manyak mısın? Marilyn Manson'la aynı soyadı paylaşıyorsun, senin yerinde hangi kız olmak istemez ki?
-kocam değil ya. sadece aynı soyada sahibiz, bunda büyütülecek ne var ki. Dünyada benim gibi milyon tane Warner vardır.
Ne kadar da büyük bir yalancıyım diye düşünmeden edemedim. O kadar soğuktu ki sesim kız sonunda benimle uğraşmayı bırakıp önüne döndü.Ruhum kadar soğuk kalbim yaprak gibi titriyordu nasıl olur da bunu bilemedim. Gerçekten anlamıyordum, yıllardır bu isime aşinaydım, peki neden hiç araştırma zahmetinde bulunmadım? Fotoğraflarıyla illa karşılaşmış olmalıydım. Nasıl bu kadar kör olabildim.
Ders Müzikti, genelde bu derste de müzik dinler , zerre kadar umursamam. Ama nedense bugün öyle yapasım gelmiyordu. Dersi dinledim... Daha doğrusu, dinlermiş gibi yaptım, bugün kafam o kızın sözleriyle allak bullak olmuştu.
Bütün gün hiçbir dersi dinleyemedim, aklım babamın gerçek kimliğindeydi. Kimdi bu adam?
Okul çıkışı yine Harry yanıma geldi:
-dostum arkadaşıma daha iyi davransan olmaz mıydı?
-o kızla nerden tanışıyorsun?
-sarah... Benim ilkokul arkadaşımdır, elinde büyüdüm denilebilir.
-oldukça vıcık vıcık bir tip. Gidip söyleyebilirsin.
-öyle gözüktüğünün farkında zaten. Siyahı sevmesine rağmen her zaman neşeli olmuştur o, ne olursa olsun.
Ve buda onun tahmin ettiğimden daha olgun biri olduğunu gösterir. Yani insanlara karşı hiç üzülmüyormuş, hep mutluymuş gibi görünüp içten parçalananlardan.
-bir de soyadımı öğrenince çıldırdı.
-o büyük bir Marilyn Manson hayranıdır. Mari iyidir, sadece... Umm, konserleri ve klipleri bazen oldukça...
-bazen oldukça ne?
Babam nasıl biri bilmeliydim.
-bence kendin izleyip görmelisin, evine geldik zaten.
-hoşçakal
Diyip el sallayarak evimin kapısını açtım, kusmuk kokusu ve kan... İyice artmıştı. Ev adeta mikrop yuvasıydı. Babamdan gerçekten nefret ediyorum.
Hemen telefondan temizlikçiyi aradım. Daha sonra da odama geçtiğim gibi bilgisayarın başına oturdum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manson'un Kızı
Fanfiction"baba aç artık şu lanet olası kapıyı!" diye bağırıyordum gözlerimdeki yaşlarla. Sırf babamı örnek aldığım için, sırf onu sevdiğim için, babamla gurur duyduğum için kovulduğuma inanasım gelmiyordu. zili kırmak üzere olmama rağmen açmadı, bütün ümidim...