Saat gece yarısını geçmiş, ortalık daha yeni sakinleşmişti. Yorgunluktan ayaklarına kara sular inen iki genç kadın bahçede küçük bir masaya oturmuş, sırtlarını duvara yaslayıp ayaklarını uzatmışlardı. Şule gün içinde İstanbul'dan dönmüş, çantasını bıraktığı gibi çalışmaya başlamıştı ve haliyle Yasemin'le konuşma fırsatı bulamamıştı.
Yorgunluktan gözleri kapanıyor da olsa arkadaşı olanları dinlemeden bırakmayacaktı biliyordu. Taciz davasının mahkemesi için günübirlik İstanbul'a gidip dönmüştü. Kimselere itiraf edemese de, Fatih'i göreceğine dair içinde bir umutla gitmişti ancak adam, şahitlik yapacağı davaya işi bahane ederek gelmemiş, yazılı ifade göndermişti. Yasemin içine çektiği sigara dumanını büzdüğü dudaklarının arasından aheste aheste gecenin karanlığına bıraktı.
"Gelmeyeceğini biliyordun"
Şule bir türlü kontrolünü sağlayamadığı hislerinin tahammülsüzlüğüyle, masanın üzerindeki paketten bir sigara alıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Bulunduğu durumun hoşnutsuzluğu ile dağınık dikkati ve negatif yaklaşımı eline aldığı her şeyi bir imtihana dönüştürüyordu. Defalarca çaktığı çakmakla sonunda yakmayı başarınca sabırsız bir nefes çekip duman ağzından burnundan salınırken, çaresizliğini kabul etmekte zorlanarak, bakışlarını kaçırıp mırıldandı.
"Gelmeyeceğini biliyordum, yine de bekliyordum"
Yasemin Şule yanında değilken, onunla ilgili düşünürken; hangi çözüm yolunu bulsa, aklına gelen ne varsa, kızın karşısındayken hepsi aklından uçup, yok olup, gidiyordu. Hissettiği çaresizlik tüm tesellilerin anlamından soyunmasına neden oluyordu. Ortamdaki ağır havayı dağıtmak için arkadaşına takılmayı denedi.
"Sen bu ara iyiden iyiye içmeye başladın tekrar. Senin doktor benden bilirse sorumluluk kabul etmiyorum bak" dedi ellerini kaldırarak "Zamanında annen de benden bilmişti, halbuki bana sen alıştırmıştın. Gözlerini nasıl boyuyorsan artık seni melek sanıyorlar, beni şeytan"
Hatıralar usulca kanına karışan bir afyon gibi, ifadesinin genişleyip, tebessümün yüzüne yayılmasını sağladı. Oturduğu yerde az daha kaykılarak başını da boynuyla beraber duvara yaslayıp dumanı gökyüzüne doğru bıraktı "Fatih görse emin ol çok şaşıracaktır ve muhtemelen senden bilecektir" sigara içtiğini görse atacağı nutukları canlandırdı gözünde. Onunla ilgili en can sıkıcı durumlar bile içinin hasretle kavrulmasına neden oluyordu.
"Ama rahat ol, böyle giderse onu tamamen kaybedeceğim"
"A-a neden?"
"Umudumu kaybetmeye başladım çünkü. Bana öyle geliyor ki eylüldeki mahkemede de bitmeyecek bu iş. Bu haksızlık. Fatih'in daha ne kadar beklemesini isteyebilirim ki?"
Şule içini yakan ihtimalleri dile getirerek umduğu bir parça ferahlamayı bulamamanın acısıyla, titrek bir nefes çekip 'ahh' ederek bıraktı geceye. İçi yanıyordu. Gözünden bir damla yaş usulca süzülerek aktı.
"Mustafa bana ulaşamayınca avukatıyla iletmiş tehditlerini. Eve verdiğim zararı fotoğraflamış, aleyhimde kullanacakmış"
"Peki senin avukatın ne diyor bu işe?"
"Kullansın hiçbir işe yaramaz merak etme diyor. Orası hala ortak evimiz" gözlerinde alev alev parlayan hırsla arkadaşına döndü "Benim terkettiğim ve onun sevgilisiyle yaşamaya başladığı ortak evimiz" hissettiği öfkeyle tutuklaşıyor, konuşmak zorlaşıyordu "bunu nasıl içimden söküp atacağım bilmiyorum ama beni ihanetle suçlarken kendisinin ihanet ediyor olması bir yana, tüm bu tantanayı bir ev ve bir araba için yapıyor olması çok alçakça. Uzun yıllar boyunca onun için feda ettiğim her şey, yürümeyen ilişkimizde kendimi suçlu gördüğüm her sebep boşunaymış" hissettiği tüm acılardan bağımsız olarak içinde mütemadiyen kanayan bir yara daha vardı "Bir bebeğimiz olmadığı için bile ben kendimi suçladım inanabiliyor musun?"
Sigarasından son nefesini çekip kül tablasına bastırdı "Onun yaptığı her şeyle birlikte bu kadar aptal oluşumu affetmeyeceğim"
Yasemin masanın üzerinden uzanarak arkadaşının elini tuttu "Yapma bunu"
"Neyi?"
"Bunu. Onu affedemezken bile suçuna ortak olmayı. Bırak gitsin, hatalarıyla günahlarıyla içinden çıksın gitsin. Bu olanların hiçbirinin suçlusu sen değilsin. Kendine merhamet etmeyi öğrenmelisin artık"
Şule yarıya inmiş göz kapakları, umutsuzca eğilmiş kaşları, ay ışığıyla yanaklarına gölgeleri bir dantel gibi serilen kirpikleriyle baştan ayağa hüzne boyanmış gibi duruyordu.
"Fatoş'la görüştüm, Onu sordum. Senin ona yaptığını seven insan sevdiğine yapmaz dedi. Ne tarafa dönsem bir bedduaya tutulmuşum gibi hep kahır. Ne zaman başladı bu lanet, daha ne kadar sürecek, dayanabilecek miyim bilmiyorum. Tek bildiğim Fatih'e bunu yapmaya hakkım yoktu"
"Şule zor bir gün geçirdin daha fazla yüklenme kendine. Her aşk bir ayrılıkla sınanır, ben size inanıyorum, geciktikçe güzelleşecek"
Şule içerden pişmanlık ateşiyle, dışarıdan Antalya'nın bunaltıcı sıcaklığıyla yanarken, esip gelen rüzgarla içine titrek bir nefes daha çekti "ahh Yasemin, içimdeki bilinmezlik öylesine korkunç ki. Ne öldürüyor ne güldürüyor. Özlüyor mu, unutuyor mu onu bile bilmiyorum"
Yerinden kalkıp odasına doğru yürümeye başladı. Bir anda çakılmışcasına yerinde durup arkasını döndü "Domuz! Bir kere bile aramaz mı insan!"
*****
"Yarın bir kafileyle açılacağız" Kaan yapacağı teklifin cazibesini artırması için suratına çapkın bir ifade katarak devam etti "Senin sevdiğin nostaljik tekneyle. Ne dersin?"
Şule "Yaa? Bayılırım" dedi heyecanla. Kaan'la ilk tanıştıkları günden beri buldukları her fırsatta açılmaya başlamışlar, Şule'nin daha önce farkında olmadığı deniz aşkını ortaya çıkarmışlardı. Hatta artık aralarında Şule'nin de bir ehliyet alması yönünde konuşmalar geçmeye başlamış planlar yapılmıştı.
Yasemin huzursuzca başka yere bakarak mırıldandı "Bu nostaljik tekne de nedense hep Şule'nin boş gününe denk geliyor"
"Efendim anlamadım Yasemin?"
"Hmm yok bişey canım, sadece hava ne kadar sıcak dedim" dedi arkadaşına gülümseyerek. Kaan'la bir birlerine ölümcül bakışlar atarken Şule'ye yakalanmamak için verdikleri uğraşa, kızın masadan kalkmasıyla son verdiler. Yasemin hızla öne eğilerek söylendi "Sen ne yaptığını sanıyorsun?"
Kaan umursamaz bir ifadeyle karşılık verdi "Napıyormuşum?"
"Apaçık yürüyorsun. Düş şu kızın yakasından, derdi başından aşkın zaten"
Kaan Şule'ye karşı şansının pek parlak olmadığının farkındaydı ancak denemekten vaz geçecek de değildi. Bunun için de kimseye hesap vermeye niyeti yoktu.
"Benim bişey yaptığım yok. Birlikte güzel vakit geçiriyoruz sadece o kadar. Hem bırak da buna Şule karar versin, kalem onun elinde ve sınırlarını gayet güzel çiziyor"
"Anlamıyorsun değil mi? Hatta belki bilmiyorsun, o aşık. Burada gün sayarken ayrılık acısı çekiyor. İlk fırsatta gidecek, boşa kürek çekiyorsun"
Kaan bunların hepsini biliyordu. Şule anlatmamış olsaydı bile, aşkını gözlerinde taşıyordu, anlamamış olması mümkün değildi. Bir şansları olsun çok isterdi, hatta Fatih'in yerinde olmayı, onun gibi sevilmeyi çok isterdi ancak aralarında bir aşkın filizlenmeyecek olduğunu bilse bile Şule'yle arkadaşlığından da keyif alıyordu. Onun mücadelesine ortak olmak iyi hissettiriyordu.
"Asıl anlamayan sensin. Ben Fatih'i de biliyorum Mustafa'yı da. Hatta kızın hayatına lanet gibi çöken emlakçıyı da. Biz onunla güzel bir arkadaşlığa başladık, birbirimize iyi geliyoruz. Onu denizde hiç gördün mü? Gözlerinin sevinçle, göğsünün umutla doluşuna şahit oldun mu?" Kaan büründüğü ciddiyetten rahatsız olarak konuşmanın seyrini değiştirmek istedi. Onun tarzı böyle değildi, böyle tüm bedeniyle savunmaya geçmiş gibi öne eğilmiş, kendini sonuna kadar açıklama uğraşları ona göre gereksizdi. Neticede insanlar söylediklerinizi değil inanmak istediklerini duyuyorlardı yalnızca. İçten içe kendini bulduğu durumu yadırgarken arkasına yaslanarak ortamdaki gerilimin dağıtması için oyuncu bir tavırla arkadaşına yan yan baktı
"Bence sen bizi kıskanıyorsun. Şule'yle senden daha iyi bir arkadaşlığımız olur diye korkuyorsun. Hatta kaptanlık yapmaya başlar işi bırakır diye ödün kopuyor, hadi itiraf et"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkilem
RomansaOnca diş bilemelerine, kendilerini doldurmalarına hatta savaş boyalarını sürmelerine rağmen, adamın içine bastırdıkça çoğalan ve sonunda taşan varlığı huzurdan başka bişey vermiyordu Şule'ye. Bu durum kafasını tekrar karıştırıyor, ruhunu yeni bir ik...