Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sevgiyle kalın!
Koridordaki camın önünde durmuş, bahçeyi izliyordum. Bu, okuldaki kızlarla birlikte yaptığım yegane şeydi.
Tolunay ve Alkan'ın yüksek sesi ile göz devirdim. Onlar olmadan nefes almam bile imkansızdı.
Ardımı dönüp gelenlere baktım.
En arkada Papatya vardı. Elindeki bisküvi paketini önündeki Kayra'ya verdi ve koşarak Alkan'ın sırtına atladı. Bugün pantolon giymişti ve üzerinde mor bir kalın hırka, altında ise siyah badi vardı.
Saçları Alkan'ın yüzüne döküldü. Alkan dengesini son anda toparlayıp Papatya'nın bacaklarını tuttu ve kendi etrafında dönmeye başladı. Papatya kahkaha ve çığlık arasında bir ses çıkardığında, koridordaki nöbetçi hoca memnuniyetsiz surat ifadesiyle yerinden kalkıp bize doğru gelmeye başladı. Bu kadın hem yeni mezun hem de kanser hücrenin ta kendisiydi. Tecrübesizliği ve de gereksiz can sıkıcı davranışları her nöbette bizi geriyordu.
"Oğlum!" diye bağırdı ta koridorun başından. "İndir kızı. Kız kısmının ne işi olur tepelerde, şuna bak, zevzek! Çocuk çocuk davranıyorsunuz!"
Alkan hızlıca Papatya'yı indirmeye çalıştı ve Papatya da dengesizce yere zıpladı, Alkan onu kolundan tuttu ve düşmesini engelledi. Papatya'nın bu davranışı beni çok şaşırtsa da biliyordum ki Papatya zaten böyle biriydi. Biri onunla yakınlaşmış olsun, içerisinden çocuk çıkardı. Ama sonra, uzaklaşın ondan, buz gibi ve utancından yerin dibine giren bir kız çocuğu doğardı.
"Ne işin var kızım oğlanın sırtında?!" diyerek ciyak ciyak bağıran hocaya asık suratıyla baktı Papatya.
"Arkadaşım o benim, bir eşek şakası da yapmayacaksa yani..." dedi Alkan karşı çıkarak hocaya. "Ne anlamı kaldı arkadaşlığımızın? Bizim aramızda bu, döver de sever de."
Papatya hevesle başını salladı. "Evet, bizim aramızda."
"Kesin sesinizi, götürmeyeyim şimdi disipline. Aptal aptal davranmayın burada. Okul burası, okul!" Yüksek sesi rencide ediciydi ve rahatsızlık veriyordu. Açıkçası onun sesini çekebilecek ruh halimiz de yoktu.
Alkan Papatya'ya göz kırptı ve omzunu işaret etti. Hoca bu sırada söyleniyordu: "Ya arkadaşının beline bir şey olsa... Ya dengesini kaybedip düşse de kafasını çarpsa... Ya sen düşsen ve bayılsan... Ya..."
Papatya haylazca gülümseyerek Alkan'a yanaştı ve bir çırpıda sırtına atladı. Alkan dudağını ısrarak muzip bir gülümseme gönderdi hocaya, koşmaya başladı. Koşarak merdivenleri indi, Papatya'yı ilk defa böyle canlı ve de mutlu görüyordum. Hep iyimser fakat çekingen biriydi. Alkan ile aralarındaki bağ, onu bu hale getirmişti: Daha da canlı, kanı da daha da sıcak akan. Bunu fark edememek imkansızdı.
Hoca şaşkınca etrafına bakındığında dudaklarımı birbirine bastırarak Kayra ve Tolunay'a merdivenleri işaret ettim. Onlar da gülümsediğinde hızlıca koşmaya başladık.
"Kızım! Gel buraya! Oğlum! Nereye?! Gelin çabuk buraya!"
Teneffüsten dolayı boş olan koridorda koşarken hızımı alamayarak, önüme çıkan Matem'in kollarına çarptım. Belimden tuttu ve kendine çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMAN
Tiểu Thuyết ChungTanrı'm. Ya canımı alırsın, ya bana elini uzatırsın ki o el taşların en kıymetlisi elmastan doğan güneşin sıcaklığını avcuna sıkıştırmıştır. İşlenmemiş, pırlantadan küçük kalbimi koruduğun avcunun sıcaklığını hissetmeme izin ver. Tanrı'm. Donuyorum...