3.BÖLÜM "SIFIR"

196 29 53
                                    

"Odaklan."
Dakikalardır duyduğum tek cümleydi.
Sakin olmaya çalışıyordum, yapabileceğimi biliyordum.
"Nişan al."
Söylediğini yaparak nişan aldım ve birkaç derin nefesin ardından nefesimi tuttum.
"Ve ateş."
Kısık sesle verdiği emirleri sanki bana bağırıyor gibi algılayarak uyguluyordum.
Bizden pek uzakta olmayan hedef tahtasına vardığımızda tahtanın kenarının kurşun tarafından delindiğini anlamıştım.
En azından hedefi tutturduğum için sert bir yüz ifadesiyle karşılaşmayacağımı umarak ona döndüğümde, her zamankinden daha da gergin bir yüz ifadesiyle karşılaşmıştım ve umduğumu bulamamıştım.
"Yerine geç."

İtiraz etmeyip hızlı adımlarla yerime geçtim ve o da yan tarafıma gelerek yeniden komut verdi.
"Silahı yere bırak, sonra onu tekrar yerden al."
İçten içe neden diye sorsam da bu düşüncelerim birer ses olup onun kulağına dolmuyordu.

Silahı sakin bir şekilde yere koydum ve yeni bir atış denemesi için onu tekrar yerden aldım.
"Hata yaptın. Atış yapmadığın sürece parmağının tetikte işi yok."
Anlam veremeyerek ona baktım ve bu defa sessiz kalmadım.
"Ama atış yapacaktım," dedim kendimi aklamak isteyerek. Unuttuğumu sanıyordu, belki de asla öğrenemeyeceğimi.
"Ama şu an değildi."

Elimdeki silahı bıraktım ve yeniden sessiz kalarak kabuğuma çekildim.
Bıraktığım silaha uzandım ve bu defa parmağımı tetiğin olduğu yere değil tetik koruganının olduğu yere sabitledim. Silahı yavaşça kaldırırken ne zaman uyarı alacağımı da merak ediyordum. Ve çok geçmeden babam, beklediğim uyarıyı yaptı.

"Namlunun ucu yeri gösterecek, ya da havayı ya da herhangi bir canlı barındırmayan bir yeri. Düzgün tut."
Söylediğini yaptım ve doğruldum. Doğrulduktan sonra o sihirli kelimeyi bir kere daha duydum.
"Odaklan."
Duruşumu bana öğrettiği gibi dik tuttum. Bacaklarımı omuz genişliğinde açıp bir ayağımı bir adım arkaya aldım ve ardından dizlerimi yavaşça kırdım.
"Silahın üzerine eğilme, kolların gevşek değil gergin duracak. Silah geri teptiğinde hedeften şaşmamış olman lazım."
Söylediğini yaptım. Yeniden nefesler aldım ve hiç olmadığı kadar iyi odaklandığımı sandım. Komut vermemişti bu defa. Kısa bir süre beklesem de ısrarla sessiz kalınca kendi komutumu kendim verdim.
Nişan al.
Nefesimi tuttum.
Ve ateş.

Haklıydı. Silah geri tepse de gitmesini istediğim yere doğru yol almıştı kurşun. Babam hedefe doğru ilerledi. Ben bu defa olduğum yerde kaldım ve vurduğumdan emin olduğum hedefe bakmasını beklemeye başladım.
"Fena değil. Öldürmese de süründürür."
Hedefin yanından ayrılıp bana doğru gelmesini izlemeye başladım. İfadesine dikkatle baktım. Gülümseme veye benzeri bir ifade olmaması bir yana yumuşama bile olmamıştı. Önemli de değildi. Başardığımı ben bilsem yeterdi, onun ağzından duymak ya da yüzünden okumak gerekmiyordu.

"Ama düşün ki bu son kurşunundu. İkinci bir şansın yoktu. Bu durumda o sürünür, sen ölürsün."
Kendimi neye hazırladığımı bilmiyordum. Kendisi gibi bir polis mi olacaktım, yoksa daha farklı bir planı mı vardı bilmiyordum. Çocuk gibi değil, asker gibi yetişmiştim. Emredileni yapar, çoğunlukla da sessiz kalırdım. Bir kez daha bu sessizliğimi bozarak ona bir soru yönelttim.
"Bütün bunlar ne için, polis mi olacağım?" diye sordum. Silahları seviyordum ama bu sevgimin bir dayanağı vardı. Peki ya polis olmak ister miydim? Sanırım o istiyorsa benim istememin bir önemi yoktu.

"Her şeyden önce mükemmel olacaksın. Sonra istersen polis ol, istersen asker, istersen..." diyerek sıralarken bir şey fark etmiş gibi duraksadı. "Her neyse, sen beni anladın."

Anlamış mıydım?
Öyle olmasını umuyordum.

Yıllar sonra zihnime düşen bu anı o zamanların aksine beni gülümsetmişti.
Bir ajan olmuştum. Aslında bir polis fakat ben ve emri altında olduğum adam dışındaki kimsenin bu durumdan bilgisi olmayan bir polis. Peki babamın sözünü dinlemiş miydim? Ne olursam olayım mükemmel olabilmiş miydim?
Öyle olmasını umuyordum.

DİPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin