8.

1K 161 23
                                    


Son kez arkama, Sehun'a baktım. Herkes yerini almıştı, bugün, o şeref yoksunu insanları yakalatacak ve Tan'ın ruhunun şen olmasını sağlayacaktım.

Saat beş sularıydı, hava yeni doğmaya başlayan güneşle birlikte serindi, üşütüyordu, incecik giyinmiştim her zamanki gibi fakat bunu umursayacak durumda değildim. Bir haftadır polislerle iletişim kuruyor, planın taslağı ile birlikte katilleri araştırıyorduk. Bu adamlar, sicilleri kabarık, insanlıktan nasibini alamamış, kalpleri körelmiş mahluklardı ki onları yakalatmak bana şu zamana kadar yaşatmadığı zevki yaşatacak, intikam denen duyguyu tattıracaktı. Her şeyin sonunda bugünü belirlemiş, olayları Sehun'a anlatmıştım. Çok kızmıştı ilk, ardından matemimi anlamış olacak durulmuştu, gözleri yumuşamıştı, ardından planımı kabul etmişti, şimdi de arkamda bana bir şey olursa diye koruma görevini üstleniyordu. Endişesini gözlerinden, titretip durduğu sol bacağından, dişleyip durduğu dudaklarından fark etmiş lakin ses etmemiştim zira ben de oldukça gergindim.

Telefonuma gelen bildirim ile cebimden çıkardım, geldiklerine dair bir mesaj gelmişti. Ardımızdaki polislere kaş göz işareti yaparak mesajı vermiş, saklanmalarını sağlamıştım.

"Sehun, geliyorlar. Çok endişelisin, git, ben tek başıma halledebilirim."

"Saçmalama! Ne kadar tehlikeli olduğundan haberin var mı senin? Burada, tam arkanda duracağım."

Sesli bir şekilde nefes verirken başımı onaylarcasına salladım. Tartışmaya lüzum yoktu, gitmeyeceğim diyorsa gitmezdi, inadını bilir ona göre davranırdım. Korktuğu şeyi anlayabiliyordum zira başıma dert açan yegane unsurlardan biriydi, sinirlendiğimde konuşmaya başlarsam, susmazdım. Sivri konuşurdum, yeri gelir kalp kırardım lakin davamdan dönmezdim, sözcüklerim küfür etkisi yaratırdı çoğu zaman ki altında ezilirdiniz. Hiç çekingem yoktu, kalbime kor ateşi düşüren bu mahlukları ezmekten, hiçbir çekingem olamazdı.

Bakışlarım etrafı kolaçan ederken karşımdan gelen üç bedene takıldı, gözlerim kısıldı, nefretimi tüm damarlarımda hissedebiliyordum. Yumruklarımı sıktım, yutkundum. Başlıyorduk, sonları olacaktım.

"Saat sabahın beşi, hayırdır, burada ne arıyorsunuz?"

Sualimle durdular, bakışları bir bir beni buldu, bakışlarımı çekmedim. Ağızlarındaki pis sırıtışla yanıma doğru yaklaşıyor, sesli bir şekilde gülüyorlardı ki öfkem, arttıkça artıyor, kendimi tutmakta zorlanıyordum.

"Bizi boşver de sen belanı arıyor gibisin çocuk."

Yaklaştı, yaklaştım. Sırıtışı artarken arkamdaki bedenin de hareketlendiğini hissettim, elimle onu engelledim. Bilirdim bu bakışı, insanın kendini beğenme durumunun bir tık daha üstü, narsistik derecesindeki psikopatlık durumuydu. Kendinden başka birinin gücünü göremeyen, düşüncelerini dinlemeyen, dogmatik, aklını, vicdanını kullanmaktan yoksun, insanları diğer canlılardan ayıran özelliklerin hiçbirini barındarmayan tiplerdendi. Kalpleri kördü, sevgi bilmezdi, zarardı, ziyandı, gereksizdi. Gözlerimi kıstım, diş fırçası görmemiş dişlerini gözler önüne serdi, iğrendim lakin geri çekilmedim.

"Belanın tanımını bilir misin sen? Kişiliğine bürünmüşsün."

Sözlerimle yutkundu, kaşları çatıldı, sinirlenmeye başlıyordu, sırıttım.

"Çok bilmiş velet. Ezerim seni burada, kimselerin ruhu duymaz. Nereden geliyor bu cesaretin?"

"Birkaç gün önce vicdansızca öldürdüğün köpeğin sahibiyim, bil bakalım, nereden geliyor cesaretim? Senin nereden geliyor cesaretin? Bir canı alınca, merteben mi büyüdü? Çöp kafalıların arasında saygınlığa mı ulaştın yoksa? Kalbin dahi yok senin, duyguları olmayan insana, insan demeye utanırım."

3:00 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin