"Söz bir daha seni ben uyandırmayacağım ama lütfen şimdi kalk."Gözlerimi ovuşturarak açmaya çalıştığımda karşımda duran Brian'ı görünce anlamsız bir şekilde ona baktım.
"Güneş bile doğmadı neden uyandırıyorsun beni?" Ağzından çıkan hırıltılı sesi duymamak için bir daha konuşmama kararı alacaktım ta ki Brian bana o soruyu sorana kadar.
"Dün gece Thunder beni aramış ve açmışsın. Ne konuştunuz?" diye sordu. "Seni öylesine aradığını söyledi." "Neden bu kadar streslisin?" diyerek devam ettim. Kendine çeki düzen vermeye çalışıp etrafta dolanmaya başladı ama bilmiyordu ki böyle daha çok göze batıyordu. Neyin var diye sormadan yanıma geldi ve durdu. O sırada yatakta doğrulup baza başlığına sırtımı yasladım.
"Abim dünden beri eve gelmedi ve telefonumu açmıyor."
"Dersi yoğundur, telefonun şarjı bitmiştir veya uyuyordur." Yani, saydığım her ihtimal olabilirdi. Dün binadan birlikte çıkmıştık ve okula gideceğini söylemişti. Korkulacak bir şey olmadığını düşünüyordum.
"Haklısın." diyerek cama yöneldi perdeyi ve camı açıp yanıma geldi. "Güneş çoktan doğdu hadi kalk, Poloris kahvaltı hazırladı." diyerek koca bir gülüş sığdırdı yüzüne. Odaları seçerken başta bu odayı istemiştim güneşi en fazla alan oda buydu çünkü. Sonrasında çatı katını görünce 'işte burası benim' diyerek odanın benim olması için can atmıştım. Fazladan dört oda vardı abim de şaşırmıştı 'neden çatı katı' diyerek gülmüştü. Bence açıklamaya bile gerek yoktu "yerden uzak yıldızlara yakın."
"Poloris'e bak sen." diyerek yerimden doğruldum. Pencereye doğru gittim ve kafamı camdan dışarı çıkartıp temiz havayı içime çektim. Hava mis gibiydi.
Yatakta oturan Brian'ı sıratarak telefona bakarken görmemle neye baktığını merak edip yanına geldim. Elindeki beni telefonumdu. Telefonu kadrajımdan çıkartıp arkasına döndü.
"Ne işler karıştırıyorsun. Telefonumu bana ver." diyerek ikaz ettim. Durup dururken kavgayı işte böyle çıkıyordu.
"Thunder'ın mesajına karşılık veriyorum."
Ha? Bu şaka mıydı? Hangi ara bunu görmüş ve mesaj atma gereği duymuştu?
"Ne mesajı?" diyerek sordum. "Dün gece cevap vermediğin ve sabah gelen günaydın mesajı," diyerek kahkahaya boğuldu.
Bir anda ciddileşip hışımla telefonu elinden aldım. "Dün sana saygı duyup telefonunu iyice karıştırmadım. Keşke diyorum.. karıştırsaymışım. Hera'ya da yazardım." diyerek sırıttım. Az önceki yüzünden eser yoktu. "Öyle bir hatayı yapmazsın ki sen." diyerek başımı okşadı. Sanki köpek yavrusu seviyordu. Yataktan kalkıp kapıya doğru yöneldi. " Beş dakikaya maman hazır olur sofrada ol. " Çıkarken ki kahkahasını duymamak için sağır olmam gerekiyordu. Benim benzetmemi sesli bir şekilde doğrulamaya çalışıyordu. Fazla aldırış etmeden telefonuma göz gezdirdim. Brian'ın da dediği gibi Thunder 7.40 geçe 'günaydın' diye mesaj atmıştı mesaj atmıştı ve saat şu an 9.15 idi.
"Sen erkenciler ordusundansın ben geç kaldım :)" yazıp gönderdim.
Yataktan kalkıp lavoboya gittim. Saçım başım bu haldeyken sofraya gitmem pek sevimli olmazdı. Banyoda işimi hallettikten sonra mutfağa doğru yürüdüm.
"Yumurtalı menemen." diyerek el çırptım. Brian sofrada, Poloris ise çay koyuyordu.
"Evet." Poloris'in sıcak gülümsemesinin ardından sofraya oturdum. "Eline sağlık, enfes gözüküyor." diyerek Poloris 'e teşekkür ettim.
Poloris güldü. "Poloris sadece çay koydu. Menemeni, suçuğu ben yaptım. He bi de simitleri fırından ben aldım." Odamda dediği (Poloris kahvaltı hazırladı) lafı o zaman da pek inandırıcı gelmemişti. Poloris ve mutfak ikisi bir araya geldiğinden bile uyumsuzluk söz konusuydu. Çay koydu demesi bile gördüğüm şekilde çay koymaktı anlaşılan. Poloris'in çay nasıl demlenir, bunun hakkında bile fikri olduğunu sanmıyordum.
"O zaman eline sağlık Brian." diyerek yumurtalı menemene ekmek bandırdım...
🐸🌟🐥🍬💒🛸🔮📀
Abim aramayınca onu aramaya karar verdim telefon çalıyordu fakat açmıyordu. Tekrardan aradım ve dördüncü çalışta açtı.
"Abi." O anın mutluluğuyla konuşmuştum.
"Efendim Mira." diyerek ruhsuz bir şekilde yanıt verdi. Anlaşılan yine her şey yolunda gitmiyordu.
"Dünden beri yoksun merak ettim. Nerdesin?"
"Merak etme iyiyim dün de dediğim gibi okuldayım. Şu sıralar biraz yoğunuz bir hafta kadar eve gelemeyeceğim. Brian'a da söylersin merak etmeyin beni sadece kendinize dikkat edin."
İlk defa böyle bir şey oluyordu. Tamam Brian' la açıktan okuyor olabilirdik ama bu bildiğimiz okuldu değil mi sabah gidilip akşama doğru gelinen. Bir hafta da neydi?
"Tamam abi. " demekle yetindim. Ve bir şey söylemeden telefonu kapattı.
Brian'a haber vermek için odasına gitmeye karar verdim. Odasına girdiğimde içeride kimse yoktu. Mutfağa baktım ardından abimin odasına. Hiçbir yerde yoktu. Son çare aramaya karar verdim ve ilk çalışta açtı.
"Söyle Mira."
"Nerdesin?"
"Dışarıda ufak işlerim var.. Bir sorun mu var?" Bence bir sorun vardı ama abim bunu açık dille söylemiyordu. Umuyorum ki kısa bir zamanda her şey gün yüzüne çıkacaktı."Abim okuldaymış dersleri yoğunmuş o yüzden de bir hafta eve gelmeyecekmiş."
"Ne?" Brian da benimle aynı tepkiyi vermişti. "Bu nasıl saçmalık." diyip duraksadı. Büyük ihtimal birisiyle konuşuyordu. "Eve gelince konuşuruz."
"Tamam." diyerek telefonu kapattım.
Odama gidip kafamı dağıtmak için kitaplıktan seçtiğim bir kitabı aldım elime. "The Thing About Jellyfish (Hayalet Kalp) " yazarın çok övülen bir kitabıydı. Konusu da ilgimi çekmişti ve yanılmamıştım. Kitap o kadar anlamlıydı ki. Bitirmeme son yirmi sayfa falan kalmıştı. Güzel bulduğum sözlerin altını çizmiyordum beynime kazıyordum ki birdaha unutmayayım. Kitapta beğendiğim en güzel söz ise “Her şeyde mantık arayamazsın, Zu. Bazı şeyler durup dururken olur.”
İşte bu söz daha yeni başlayan hayatımın özeti olacak bir biçimdeydi.