Kıyametin hali hazırda kopmaktan olduğunu fark edince fırsattan istifade arka arkaya bölüm atayım dedim (:
Hepimiz hastanede biraz daha oyalanıp Jimin ile pizza falan yedik, yarışmanın nasıl düzenlenebileceğinden konuştuk, Jimin birkaç kez bütün samimiyeti ile çekilebileceklerini dile getirmiş ama Jongin her seferinde bu fikre biraz daha sinirlenerek onu inatla reddetmişti.
Şimdi çekirdek grup olarak kafeye geri dönmüştük, yolda Hyuna nedenini anlayamadığımız bir halde kötüleşince Jongin ile onu Hyuna'lara bırakmıştık. Bu konuda nasıl hissetmem gerektiğini bilemiyordum, üstümden o saçma pembe perdeyi attığımdan beri bir şeyler daha oturaklıydı, yaptığım yanlışlar daha netti, hislerim daha tarif edilebilirdi ama hâlâ anlamlandıramadığım şeyler vardı. Mesela Jongin'e Hyuna yüzünden kızamıyordum ki aslında kızması gereken kişi de ben değil, Hyuna'ydı; sonuçta bir anda gelip sevgilisini çalmıştım bakılınca, yine de kızmıyordu. Bildiğinden, eskiden değildiysem de artık emindim, hele Jimin ve Jungkook'un birbirlerine nasıl davrandıklarını gördüğümde, henüz o raddede olmasak da Jongin'e nasıl baktığımı az çok tahmin edebiliyordum ve aptal olmayan herkes o bakışı tanırdı.
Geçtiğimiz iki hafta hayatımın en hızlı, en saçma ama aynı zamanda en dolu iki haftasıydı. Geri kalan on yedi yılda yaşamadıklarımı iki haftada yaşamıştım, başkasına olsa inanmayacağım şeyleri de birinci elden deneyimlemiştim üstelik.
Bilmiyordum ama, şu iki haftada bazı şeylerin değiştiğini hissedebiliyordum.
"Karadeniz'de gemilerin batmış gibi oturacağına kalkıp on iki numaralı masanın siparişlerini almaya ne dersin?" Kyungsoo yüzünden tüylerimi ürperten o gülümsemesi ile üzerime eğilince anlık korkudan çenemin altındaki avucum kaydı, başım boşluğa düştü.
"Bana söyleyene kadar kendin yapsan ölür müydün?" söylenerek yerimden kalktım ve önlüğümün önünü silkeleyip kasanın parlak metal yüzünde saçlarımı düzelttim. Kyungsoo tatlı tatlı güldü, "Benim için hava hoş, sen de bu sırada tuvaletleri ve camekânı temizler, gidip yeni temizlik malzemelerini sipariş eder ve kafeyi kapatırken de ocağı temizlersin." Başını yana eğip gözlerimi oymak üzere olduğunun işaretini veren sakin gülümsemesini yüzüme sabitleyince yutkundum ve tezgâhla arasındaki küçük boşluktan sıyrılarak sipariş almaya koştum.
Saat on iki buçuğa kadar da bu böyle sürdü, Chanyeol'lar benim çok meşgul olduğum bir ara kafeden ayrılmıştı, onlara minnettardım çünkü bugün anormal bir yoğunluğumuz varken hiç gocunmadan her tarafta yardımımıza koşmuşlardı. İkisi, araları iyiyken çok güzel bir enerjiyi paylaşıyordu ama her an kavga çıkarabileceklerini biliyor olmak da insanı sürekli tetikte tutuyordu. Mesela müşteriler henüz gelmişken Chan'in saçma bir yorumuna sinirlenen Baek'in elinden kavanozdaki mug'ı fırlatılmaktan son anda kurtarabilmiştim.
Yoğun bir gündü ve ben nasıl geçtiğini anlayamamıştım, bir yandansa asla bitmek bilmiyor gibiydi. Üstümdeki pembe kazağın yakasını çekiştirirken aklıma öğlenki anlar doluşunca gülmeden edemedim.