iki.

77 11 4
                                    


Büyük bir ritimle ilerleyen karışık adımlar, insanların yüksek sesle sarf ettiği onca cümleler, muhtemelen yaşları bana yakın olan ve heyecanlı gözlerle stantlara koşan gençler... Hepsi benim için tehlike arz ediyormuş gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi. Eğer utanmasam, az önce kıravatımı çıkarmayı başarmış Jun'un elini tutabilirdim. Önden ilerlemeye başladığını fark ettiğimde, adım atmak için hareketlendim. Kalabalık... "Çok tehlikeli." diye geçirdim içimden. Bir yandan da deli gibi merak ediyordum olan biteni. Tek tek tüm stantları gezerek, hayaller kurmak istiyordum belki de. Sonra, sonra gözlemlemek için yanıp tutuşuyordum yaşıtlarımı. Merak ediyordum mesela nasıl diğer yaşıtlarıyla iletişim kurduklarını. Eminim, benim Jun ağabey ile aramdaki muhabbet gibi değildi hiçbiri.

Yürümeye başladığımda, küçükken yaşadığım o korkunç olayın her saniyesi zihnime dolmaya başladığında nefes alamadığımı hissettim. lacivert kumaş pantolonumun içine tıkıştırdığım krem rengi gömleğimin ilk iki düğmesini açarak, gözlerimi sıkı sıkı yumdum.

"Baba! Baba özür dilerim! Bir daha senden izinsiz parka gitmeyeceğim, hayır! Lütfen yapma, canım acıyor..."

İzinsiz bir şekilde parka gittiğim o günü hatırladığım için leş gibi hissediyordum kendimi. Yediğim sayısız sopaların tekrardan bedenimdeki aynı noktalara çarptığını hissediyordum sanki. Canım acıyordu. Kafamdaki sesleri susturmak için bir süre ellerimi kulaklarımı kapatmak adına kullandım. Kalçamı güçlükle kaputa yaslayıp, gözlerimi yavaşça açtım.

"Korkacak bir şey yok Donghyuck. Biliyorsun, baban izin verdi. Sakin ol ve ilerle. "

Pekala, yapabilirdim. Yaslandığım sıcak metalden ayrılarak, sırtıma taktığım çantanın kulpuna sağ elimle sıkıca sarıldım. Birnevi destek almak içindi bu hareketim. İlk başta bakışlarım korkak adımlarıma eşlik ediyorken, ilerledikçe etrafı incelemeye başlamıştım. Jun hyung ise söz verdiğinin aksine çoktan ortalıktan kaybolmuştu. Belki de krizi fırsata çevirebilmem için bir davetiye sunmuştu bana istemeden. Yani, aslında başımda dikilen, muhafızcılık oynayan biri olmadan başarabileceğimi kendime kanıtlayabilmem için oluşan bir fırsattan bahsediyordum.

Fuar alanının girişinde büyük bir pankart asılıydı. Renkli fontlarla ve puntolarla yazılmış, dikkat çekici sloganlar anladığım kadarıyla özel üniversitelerin vazgeçilmez hamlesiydi. Fakat, uzun zamandır aklımdaki tek seçenek belliydi.

Seul Ulusal Üniversitesi.

Lisenin başından beri hayallerimi süsleyen, Kore'nin en prestijli devlet okuluydu şüphesiz. Babam sürekli savcının oğlu olduğum için girmemin fazlasıyla kolay olacağını dillendirse de, ben emek vererek bir yerlere gelmek istediğimi söyleyerek soyadının getirdiği avantajı elimin tersiyle itelemiştim. İşte bu nedenle, evde sadece kitap okur, ders çalışır ve bol bol yazardım. Sanırım tek yapabildiğim şey delice ders çalışmak olduğundan, bu konu hakkında da hiç şikayet etmemiştim.

Abartılı, renkli afişlerle şişirilmiş stantları es geçerek biraz ilerideki "Seul Ulusal Üniversitesi" yazılı pankarta doğru yürümeye başlamıştım. Yanımdan geçen insanlara çarpmamaya, tanımadığım kişilerle iletişim kurmamaya ekstra özen göstermem gerektiğini ise sürekli kendime hatırlatmaktan da kaçınmıyordum. Sadece hedefim olan üniversite hakkında bilgi alacak ve zaman kaybetmeden fuardan çıkacaktım. Jun ağabeyi arabada beklemek daha güvenli olabilirdi.

İstediğim noktaya ulaştığım sırada büyük bir "Oh!" çekmemek için kendimi zor tuttum. Daha bu sabah büyümek istediğimi yazan ben değilmişim gibi davranıyor olmam canımı fazlasıyla sıkmıştı. Böylesine korkak ve çocuk gibi hareket etmeye devam edersem, Üniversite hayatı bana zehir olmakla kalmaz, başlamadan biterdi kesinlikle. Geniş masanın üzerine sıralanmış broşürlere göz gezdirmek için biraz daha yaklaşıp, gözüme kestirdiğimi istekle aldım. Tek tek kampüslerin fotoğraflarını incelerken göz bebeklerimin parladığına yemin edebilirdim. Kendimi o geniş amfilerde ya da gençlerin toplandığı geniş bahçelerde hayal etmek istiyordum fakat, nedense çok uçuk bir istekmiş gibi geliyordu. Bakıldığında, bir avuç insanın arasına girerken bile zorluk çekiyordum.

death box | markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin