Bugün de her zamanki gibi ölü havayı seçmiştim koyulacağım iş için. Havanın çirkinliğinin aksine deniz masmavi ve canlıydı. Denizin canlılığına hayran kalmam, kendi kendime gülmeme sebep oldu. Canlı şeylere olan ilgim ne de olsa artık varlığını yitirmişti. Denizin yakınına park ettiğim karavana baktım, hava kadar siyah ve tozluydu. Bu seferki yapacağım işin mekanını deniz kıyısı olarak seçmiştim. Saat sabahın 7’sini gösteriyordu. Hedefime doğru yola çıkmam gerektiğini anlamıştım. 45 dakika yol aldıktan sonra 111 numaralı evin önünde durdum. Karavanım küçük olduğu için şanslıydım bugün çünkü etrafta çok fazla araba var gibiydi. Karavanımı evin önünden çekip bir sokak ötesine park ettim ve yürüdüm. İki katlı evin önündeydim. Kapıda asılı olan yapay kılıca gözüm takıldı. İncelemeyi çok isterdim fakat beni bekleyen tonla iş vardı. Angel’ın odasının zemin katta olması işime fazlasıyla kolaylık sağladı. Sırtımdaki çantadan tornavidayı alıp plastik pencereyi biraz zorladım. En sevdiğim şeydi plastik pencereler, açılması en basit onlardı çünkü. Yatağında uyuyan Angel’a baktım bir süre, kokusu sanki binlerce elmanın yetiştiği bahçedeymişim gibi hissettiriyordu. Yavaşça yanına yaklaştım. Altın sarısı saçlarıyla sanki Helene’nin küçüklüğü gibiydi. Varlığımı hissetmişçesine zümrüt yeşili gözlerini açtı. Bu haliyle kesinlikle Helene’ydi o.
‘Günaydın, Angel’ dedim tiksintimi belli etmemeye çalışarak.
‘Sen kimsin?’ dedi gözlerini benden ayırmadan.
‘Ben,’ dedim, ‘Ben, senin kurtarıcınım.’
‘Anne!’ diye bağırmasıyla sinirlerim biraz gerilmişti açıkçası.
‘Anne! Burada biri var!’ diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bunu biraz komik bulmuştum. En sevdiğim anlardan biriydi, birazdan annesi gelecek ve çocuğuna şaşkın gözlerle bakacaktı.
‘Theodora, burada hiç kimse yok kızım’ dedi annesi üstünde geceliyle belirip. Theodora, dedim içimden. Tanrı’nın hediyesi.
‘Gerçekten Tanrı’nın hediyesi misin Angel?’ diye sordum ona.
‘Benim adım Angel değil! Git buradan!’ diyerek yastık atmasıyla kahkahayı bastım. Ah, o an annesinin bakışı için Tanrı’ya şükredebilirdim.
‘Theodora, kabus mu gördün?’ diyerek yatağa yanaşan annesine baktı Angel.
‘Anne, yemin ederim burada biri var’ dedi kızı çaresizlikle.
‘Seninle uyumamı ister misin?’ diye sordu annesi.
‘Annene hayır de’ dedim sert bir tavırla. Bana o zümrüt gözleriyle baktı. Yutkundu.
‘Yoksa pişman olacaksın’ diye ekledim.
‘Hayır anne, gidebilirsin’ dedi kız, gözünden annesinin görmediği yaş süzülürken. Annesi bunu demesini beklermiş gibi odayı terk etti anında.
‘Hala anlamadın mı? Beni sadece sen görebilirsin Angel. Burada senden başkası beni göremez’ dedim ukala bir tavırla.
‘Sen kimsin?’ dedi bana sorgulayıcı bakışlarını ok gibi fırlatırken.
‘Ben, hiç kimseyim. Ama sen bana Lamia diyebilirsin’ dedim gülümsemeye çalışarak ama beceremedim.
‘Benden ne istiyorsun Lamia?’ dedi yaşının küçüklüğünün tam tersi tavrıyla, kocaman bir kız gibi konuşuyordu, ama daha sadece 10 yaşındaydı.
‘Canını’ dedim ciddi bir tavırla. Tepkisini izlemek keyif verecekti. Kafasını önüne eğdi ve yüzünü elleriyle kapadı. Bir dua mırıldanıyordu. Derin nefes aldı ve sonrasında kafasını kaldırdı.