3- Kaçış

266 39 21
                                    

Titredi. Onu üşüten ülkesinin soğuklu muydu? Yoksa karşısında hala boynuna dolanmış iple aslı sevgilisinin bedeni miydi? Genç prens kızarmış gözleri tekrar yaşla görünüşü bulanıklaştı. Avuç içlerini dudaklarının üzerine bastırırken, çıkabilecek tüm sesi engelledi.

Bir şeylerin koptuğunu hissetti. Göğsünde saplanan tırnaklar yavaşça etini parçaladı. Nefessiz kalan ciğerinin acıyısla yutkundu. Acıtıyordu. Kızmadığı kişiyi yaralamışlardı. Öpemediği tenini iğrenç ipleriyle kirletmişlerdi. O gün ki yanına geldiği gömleği hala üzerindeydi.

Genç oğlan zorla attığı adımlarla ilerledi. Bacaklarını sıkıca sardığı sevgilisinin daha fazla acı çekmesine izin vermek istemedi. Dostları ona yardım ederek ölü bedeni indirmiş. Boynunda ki ipi çözmüşlerdi.

Lanet olsun! Ellerim neyi var?! Yardım bile edemiyorum ona. Titreyen ellerimle ellerinde ki ipi çözmeye çalışıyordum. Changbin ellerimi tutup kenara çekti. Benim için ipleri çözdüğün de onu kurtarmıştım.

"Gitmeliyiz. Askerler yer değişimi yapacaklar." Seungmin etrafı gözetleyerek konuştu.

***

Yolda hazır bekleyen at arabası göründüğü an üçlü vedalaşmanın vakti geldiğini anladı. Felix üzerin de ki atı arabaya doğru ilerletti. Arkasında kendisine bir kumaş parçasıyla bağlı sevgilisi vardı.

Diğer iki genç atlarından indi. Beyaz atı arabanın yanında ki diğer atın yanına çekerek bağladı. Atının diğer atı tanımasıyla genç prens daha yeni fark etmişti her şeyi. Beyaz atın hemen yanında ki siyah olan at sevgilisine aitti. Boğazını acıtan hissin kaybolması için yutkundu.

Belinde ki kumaş çözüldü. Sırtında hissetti soğuk beden dostları tarafından çekilip arabanın içine yerleştirildi. Kendisi hemen kapının önünde onları izlerken aklına ilk tanıştıkları zaman geldi. Yüzünde o tanıdık gülümseme oluşurken karşısında ki bedenin o anki hali canlandı.

*.... Yıl önce*

"Prensim, babanız ülkeden çıktığınızı duyarsa çok kızar." yanında ki askere aldırış bile etmeden atını hızla sürdü.

Yaklanmayacaktı. Kim böyle saçma bir antlaşma yapar ki? Bu güzel güneş orada var mı? Peki ya bu çiçekler? Şurada ki yeşil meyveleri iştah açıcı ağaçlar? Hiç biri yoktu. Yazık bana, çok genç yaşımda bu kadar güzelliklerden mahrum mu öleceğim.

Genç oğlan yol boyunca atının üzerinde gitmiş, gitmiş ve o güzel kokulu bahçeye gelmiş. Bahçenin ortasında büyük bir saray, etrafı Manolya çiçekleri ile çevriliydi. Beyaz ve pembeye boyalı bahçede çimenlerin üzerinde oturan sarışın biri vardı. Dost edinebileceğini düşünerek çiçeklerin arasına girdi. Geçerken pembe Manolyalardan birini kopardı.

Sırtı dönük kişiye bir süre baktı. Üzerinde ki kırmızı, sarı işlemeli kıyafetler kendi üzerinde ki ile neredeyse aynıydı. Başının etrafını saran taç tam olarak neye benzediğini anlayamadı. Elini dudaklarına yaklaştırıp dikkatini çekmek için boğazını temizledi.

Önünde ki beden gözle görülür bir şekilde yerinde irkildi. Başı hızla arkasına döndü. Gözleri buluşan gençler bir süre şaşkınlıkla bakıştı. Kumral genç beklemediği yüz ile şaşırırken, yerde hala oturan genç ise bahçeside ki yabancı biri yüzünden şaşırmıştı.

Hyunjin beklediği şey bu değildi. Karşısında, yakışıklı birisinden çok hoş bir güzelliği olan genç oğlan bulmuştu. Tamam, kendisi çirkin değildi, fakat bu kişi kızları bile kıskandıracak kadar güzeldi. Kendine gelmek için yutkundu.

Genç adam ellerinden birini beline doğru yerleştirdi. Hafifçe önüne doğru eğlip selam verdi. Sesini bulmak o kadar zor olmamıştı. Sonra elinde ki çiçeği hatırladı. Yerdeki beden de selam vermek için ayağa kalktı. Aynı şekilde kendisini selamlamıştı. Çiçeği ona doğru uzatırken konuştu.

"Ne kadar güzel bir gün." dediğinde kulaklarını dolduran tatlı kıkırtılar ile gözlerini karşısında ki güzel yüze kaldırdı.

Çiçeği koklayıp genç oğlanı da oturması için davet etti. Sohbetin başlamasıyla birbirini tanımaya, ülkeleri hakkında konuşmaya başladılar. Genç oğlan hala elinde ki çiçeği koklarken gözleri bahçede ki çiçeklere kaydı. Olayı anlamış olmalıydı ki, gülümseyerek sordu.

"Ne kadar güzel bir çiçek. Nereden buldunuz bunu?"

Hafif esen ılık rüzgar genç oğlanın siyah uzun saçlarını savurdu. Gözlerinin önünü kaplayan saçlara ağmen gözleri karşısında ki kişiden ayırmadı. Çekmeye bile tenezzül etmedi. Konuşmadan önce bacaklarından birisini kendisine çekti. Dizine dayalı eline de çenesini yerleştirdi..

"Manolya çiçeği, sahibi kadar saf güzelliği ile aklımı çeldi."

Gülümsedi. Kızaran yanaklarıyla çiçeğin pembe yapraklarını nazikçe okşadı.

"Neden pembe olanı seçtiniz?"

Derin bir nefesi ciğerlerine çekti. Bahar kokusu ile gülümsedi.

"Şans eseri elime gelen oydu. Tanrının bir işaretidir belki?" dediğinde iki gencin de kalbi hızlanmıştı. Birisi sözlerin etkisiyle, diğeri karşısında ki güzelliğin parlayan gözleriyle.

Batmak üzere olan güneş ile, genç oğlan geri dönmesi gerektiğini hatırladı. Hızla ayağa kalkarken, gideceğini anlayan sarışın genç de peşinden ayaklandı. Gitmek üzere olan genç oğlana doğru seslendi.

"ah... O kadar sohbetin arasında sormayı unuttum adınızı bahşeder misiniz?"

"Hwang Hyunjin."

"Lee Felix. Tekrar görüşelim!" dediğinde uzaklaşmakta olan genci kaybolan kadar izledi.

***

17.06.2021

fleurs de magnolia et beau prince - hyunlix-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin