Bu hikayenin bir başı yok, ama belki bir sonu olabilir.
Belki...
Boynuna sımsıkı sardığı fuları yavaşça çözerken ayakkabılarının burnu birbirlerine değiyordu. Derin bir nefes aldı. Parmak uçları karıncalanıyordu. Fularını çantasına gelişigüzel bir şekilde tıkıştırdı.
Aslında, dağınık biri değildi.
"Mr Riddle?" diye seslendi, soğukkanlı bir alayla. "Hayat size ikinci bir şans veriyor olmalı."
Aslında soğukkanlı biri de sayılmazdı. Alaycı olmaktan hoşlanmazdı, ciddiyetini korumayan insanları sevmezdi. Aslında, daha önce korkularını gizlemek zorunda da kalmamıştı.
Bakışlarını içeride gezdirdi.
Riddle'ın bölümü sessiz bir Azkaban hücresi olmaktan fazlasıyla uzaktı; zira aralarındaki kalkan bir sivrisineğin gece vızıldamaları gibi durmaksızın titreşiyordu. Hermione'nin hücreye dair fark ettiği ve düşündüğü ilk şey sesin ne kadar sinir bozucu olduğu olmuş, ama vızıltıları kalan ömrü boyunca dinlemek zorunda olan kendisi değil de karşısında dikilen ve hala arkasını dönmemiş siyah saçlı adam olduğu için, bunu umursamamayı denemişti.
Lord Voldemort, Hermione Granger'a böyle bir karşılama sunmayı uygun görmüş olmalıydı.
Öyle ya da böyle, aşina olduğu Voldemort'un silüeti değildi bu.
Belki de hayat gerçekten ikinci bir şans vermişti ona, kim bilir? Heyhat, ikisi de bu saptamanın doğruluğuna hiç mi hiç inanmamıştı.
Birkaç saniye geçti, belki de dakikaya bile döndü. Riddle etrafına bakındı ama Hermione'ye dönmedi yüzünü. Şovunun bir parçası, hatta açılış sahnesi olmalıydı bu. "Burada zaman algımı mı yitirdim?" diye sorduğunda sesi tok ve fazlasıyla netti.
Sonra, arkasını yavaş yavaş döndü ve mavi gözlerini genç kadının üzerine dikti. Aynı zamanda hem meraklı, hem de başka türlüsü mümkün değilmiş gibi aşağılayıcı bakıyordu. "Yoksa bana gerçekten bir çocuk mu gönderdiler?"
Genç kadın yüzünün seğirmemesi için olağanüstü bir çaba harcıyordu; sahip olduğunun farkında bile olmadığı bir güçtü bu. Zorlukla yutkunduğunu ve aslında oldukça ürktüğünü karşısındakine belli etmemeye çalışarak birkaç adım attı, adamın bakışları topuklu ayakkabılarının sesini takip etti. Hermione, kendisi için hücrenin geniş bölgesine konmuş rahat koltuğa oturdu.
"Seansları benimle yapmayı kabul etmiştiniz, Mr Riddle, rızanızı içeren mühürlü bir kağıt var yanımda." Çenesini dikleştirdi. Rahat topuzundan çıkan birkaç tel inatçı saçı kulaklarının arkasına sıkıştırdıktan sonra, çantasından bir dosya çıkarttı ve dizlerinin üzerine koydu. "Göz atmak isterseniz-"
Tom Riddle'ın dudaklarının kenarları hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı. "Yağmur yağacak," dedi.
Bakışları elindeki kağıtlarda oyalanırken anlamazlıkla alnı kırıştı Hermione'nin. Konuşmak için dudaklarını araladığında, bu alakasız cümleye nasıl cevap vermesi gerektiğini henüz kestirememişti. "Mr Riddle?"
Elbette ki hücrenin bir penceresi yoktu.
Riddle, "Hava bulutlu muydu?" diye sordu bu sefer. Hermione'ye yaklaşmak için birkaç adım daha attı ve kalkanla yüz yüze geldiğinde durakladı. "Gökyüzü gri miydi? Bazen olduğundan sakin görünür."
Buraya hazırlanarak gelmişti elbette ama tarihin en tehlikeli karanlık büyücüsünün kendisinden gökyüzünün bir portresini çizmesini isteyebileceğini düşünmemişti genç kadın. Başını iki yana salladı. "Dikkat etmemişim- nereden anladınız?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the Sinner & the Saint I Tomione
FanfictionSavaşı Yoldaşlık kazanmıştı ve Potter'ın büyük zaferinin beşinci senesi kutlanıyordu. Hem kahraman ilan edilmesi sürpriz sayılmayan, hem de nişanlısı ve arkadaşlarıyla birlikte oldukça imrenilen bir hayat süren seherbaz Hermione Granger; Azkaban'a m...