rosie, gözlerini güneş ışığının da yardımıyla parlayan beyaz odada gezdirdi. dağınık yatak, yerde duran dantelli iç çamaşırları, boş şarap şişeleri, kırılmış bardaklar... başını yorgun bir gülümsemeyle kaldırıp yatağın karşısındaki dolabın aynasından kendine baktı. boynundan omuzlarına hatta göğüslerine kadar giden birçok hickey ve dökülen kırmızı şarabın üzerinde bıraktığı hafif kırmızılıkla O'nu tekrar göremeyeceğini bile bile odayı tekrar taradı. biliyordu, pranpriya tekrar ona gözükmeyecekti.
yataktan kalktı ve banyoya ilerledi. banyodaki poşet ile kaşlarını çattı etrafına bakındı. poşeti açıp içindeki notu gördü ve eline aldı. düzgün bir el yazısıyla yazılmıştı.
rosie kendi eşyaların kadar rahat edemeyeceğini biliyorum ama bunlarla idare etmelisin. -en azından evine dönene dek- sürekli kullandığın duş jelini bulamadım ama ona en yakını bu vardı. umarım bu seni çok rahatsız etmez. senden çaldıklarımın karşılığı gibi düşün rahat et. yarına kadar otelde kalabilirsin ben ödedim. ve evet senden ödedim. karşılaşmamak üzere.
pranpriya
xxrosie poşeti bir kenara fırlattı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. new york'ta dehşet ucuz bir otelde uyanmıştı, pranpriya onun kalbini ve parasını çalmıştı. uyku hapıyla uyutmamıştı ama kendiyle sarhoş etmişti pranpriya.
duş aldıktan sonra aceleyle otelden çıktı rosie. yanında bavulu dışında hiçbir şeyi yoktu, new york'ta kimsesi olmaması gibi. neyse ki pranpriya ona acımış (!) ve boş kredi kartını bırakmıştı. gördüğü bir parka ilerleyip banklardan birine oturdu.
telefonunu eline alıp ablasını arayacak ve ondan biraz para isteyecekti. tanrı biliyor ya jihyo kardeşinin soyulduğunu duyarsa kıyameti koparırdı. bu yüzden kendi kendine nasıl söylemesi gerektiğini düşündüğü birkaç dakika. tüm cesaretini toplayıp telefonundan ablasını aradı.
hesaba katmadığı tek şey new york ve seoul arasında olan saat farkıydı. jihyo uykulu sesiyle bağırıyordu ona "ya! park chaeyoung! hayır sen değil chae!" birkaç tıkırtıdan sonra ablasının balkona çıktığını anladı. "chae saatin burada kaç olduğundan haberin var mı?"
rosie derin bir nefes alıp ablasının göremeyeceğini bilerek başını salladı. "ben alış-verişi biraz abartmışım ve param bitti de kartıma para yatırabilir misin diye soracaktım."
jihyo kendi kendine mırıldandı. bir süre sessizlikten sonra konuşmaya başladı. "orada yakın arkadaşlarım var. onlarla konuşabilirim dilersen onlarla kalabilirsin bir süre. buna izin verirler sanırım. maaşım henüz yatmadı ama yatar yatmaz sana gönderirim." jihyo derin bir nefes aldı. "bak rosie normalde dilediğin kadar alış-veriş yapabilirsin ama şu an durumumuz pek iyi değil bebeğim. kendini şimdilik biraz kısıtlamaya çalış tamam mı? seni seviyorum."
rosie sesinin titremesini engellemek istedi ama yapamadı. "tamam." jihyo telefonun karşısından onun titreyen sesini duyup tekrar bağırdı. "park chaeyoung gece gece ablanı arayıp ağlamaya utanmıyor musun? kaç yaşına geldin sen? kabus mu görüyorsun? şimdi kapat telefonu. kırmızıya bas hadi uyuyacağım ben."
rosie suratına kapanan telefona gülümsedi. jihyo buydu işte. tüm yükü kendine yüklenir ve hepsini taşımayı dener. düşer kalkar ve başkalarına iş bırakmazdı.
rosie kendi kendine gülümsüyorken yanına bir adam yaklaştı. uzun boylu ve güzel giyimliydi. gülümseyerek rosie'nin yanına oturdu ona dönerek bacaklarını üst üste attı. elini uzattı. "merhaba. umarım rahatsız etmemişimdir aniden oturarak." korece konuştuğunu duyan rosie hemen adamın elini tuttu. "merhaba. hayır rahatsız olmadım ama garip. her gün yanıma korece konuşan birileri gelmiyor. sormamda sakınca yoksa kimsiniz?"
yabancı adam rosie'nin elini bırakıp etrafına baktı. rosie'ye yaklaştı. "ben jaehyun. ve sen yardıma ihtiyacı olan rosie olmalısın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
livin' la vida loca |chaelisa|
Fanfictionwoke up in a New York City in a funky cheap hotel she took my heart and my money she must've slipped me sleeping pill aktif yan shipler: 2yeon, jensoo