Karşılaşma

94 9 4
                                    

 Onunla yüzleşmekten korkuyordu, onun kokusunu tekrardan içine çekmekten hatta gözlerinin içine bakmaktan korkuyordu. Ona yalan söylemişti Deniz. Hatta çevresindeki herkese söylemişti, böyle olmasının daha iyi olacağını düşünüyordu o zamanlar.  Şimdi ise yaptığı yanlışın farkındaydı ve söyleyecek pek bir şeyi yoktu. 

Karşısındaki genç kızın, ellerini iki yana sallamasıyla bir anda duraksadı ve şaşırmış bir halde "Ni, Nilay" dedi boş, garip bir ses tonuyla. Nilay hayran olunası gülümsemesini ortaya atarak "Ne o beni gördüğüne sevinmedim mi yoksa? Gel buraya." demişti, kollarını iki yana açıp yüzündeki gülümsemesini iki katına çıkarak.  Deniz, böyle bir tepki beklemiyordu ama içinden "Sal gitsin." diye kendine cesaret vererek Nilay'a bir daha yarını göremeyecekmiş gibi sarıldı.  Dar çenesi Nilay'ın kafasının biraz üzerindeyken "Seni gerçekten özlemişim" dedi usulca. 

O sırada Gökay her zamanki gibi olaya dahil olup "Ekip olarak gene beraberiz ha? Bak, sen, ben Nilay ve ekibimizin yeni üyesi Helin." ortaya ufak bir gülümseme atıp, Nilay ve Deniz'in arasında nasıl bir şey olacağını bulmak istercesine konudan konuya atlıyordu Gökay. 

Dört beş saat sonra...

Okulun sıkıcı havasını son bir defa daha içine çekti ve hızlı adımlarla Gökay'la beraber çıkışa doğru yöneldi. Okulun dış kapısına geldikten sonra Gökay'a anlamsız bir şekilde bakıp "Nerede bunlar ya? Alt üstü saç baş düzeltip gelicez diyorlardı. Bu kızlara lavaboyu yasak edeceksin abi."  dedi, bayık ve anlamsız ses tonuyla Deniz. Gökay'sa her zamanki tilki gülümsemelerinden bir kaçını yakalayıp "Lan onu bunu boşverde, koca İstanbul nüfusu yaklaşık on beş milyon falandır heralde. Yüzlerce de ayrı lise vardır ama nasıl olurda bu kızla karşılaştın lan?" orta derecede bir kahkaha atıp lafına devam etti "Lan oğlum kız meslek patlasa sana bekçi düşecek. Ne ters adamsın." dedi, gülüşlerini temiz havaya savurarak Gökay. Bu sefer Deniz, gözlerini hafifçe kısarak gülümsedi "Bizde şans olsa zaten..." lafını bitiremeden kızların geldiğini gördüler. Helin, aynı tatlı ve samimi ses tonunu kullanarak "Ee, ne yapıyoruz? Böyle dağılmak yok değil mi?" demiş, Nilay'da ona katılarak "Aynen ya" demişti ve üstüne bastırarak konuşmasına devam etmişti "Kaç yıldır görüşmüyoruz nede olsa.". Deniz ufak bir gülümsemeyle "Güzel diyorsunuz da kulübe geçicez bir kaç imza işi falan varmış herhalde. Akşam bir şeyler ayarlayalım mı?" dedi. Gökay her zaman ki gibi ortaya atılıp "Aynen akşama bir yerlere takılalım. Şu şehrin güzel yanlarına bir göz atalım." demişti hızlı bir biçimde.

Daha sonra haberleşiriz tarzı bir konuşma yaptıktan sonra, onları alan arabayla beraber kulübün yönetim binasına gitmişlerdi. Gerçi menajerleri onlar için her şeyi ayarlamıştı ama formalite bir kaç imzayı hala atmaları gerekiyordu. Kulübün yönetim binasına girince pek yabancı olmadıkları bakışlarla karşılaşmışlardı. Başkanla ufak bir "Geleceğimiz size emanet" temalı konuşma yaptıktan sonra kulüp tarafından hediye edilen bir takım eşyaları aldılar. Sözleşmelerinde belirttikleri gibi Deniz on dört, Gökay on altı numarayı almıştı. Bütün eşyalarını almalarından sonra hızlı bir biçimde kulüp binasını terk etmişlerdi. 

Saatin sekize geldiğini görünce Gökay hınzırca Deniz'e dönüp "Şş lan kızları arayalım mı?" dedi. Deniz ise pek oralı olmadan "Gelsene bir mekana gidelim. Daha sonra bakarız." dedi sert, kendinden emin ses tonuyla. Evlerine yakın bir yerlerde, denize yakın bir cafe - bar tarzı bir yere gitmişlerdi hızlıca. Buraları daha iyi bilmiyorlardı ama kaliteli alkolün kokusunu burunları tıkalıyken bile alabilirlerdi. 

Tüm mekandan soyutlanmış, biraz uzak bir masaya geçmişlerdi. Barın sıcak havası, Deniz'i birazcık terletmiş. içinde yanan yangınları körüklemiş bir hale sokmuştu. Gökay, Deniz'i kendi gibi tanıyordu elbette. Gözlerini ondan ayırmayarak "Nilay olayı değil mi?" demişti her zamanki ses tonundan biraz yumuşak olarak. Deniz, gelen birasından  büyükçe bir yudum almıştı. Boğazından geçen soğukluğu hissetmek istemişti biranlığına. Eskileri düşünüp kendince kafasında bir şeyler kuruyordu. Derince bir iç çekip "Oğlum nasıl olduda karşılaştık be? Aslında aramız şuanlık kötü değil hatta bugün baya bir konuşup güldük, eğlendik ama ben onak karşı hep bir mahcubum hep bir borçlu gibiyim anlatabiliyo muyum? Hep böyle olur ya bir eksiklik öyle garip işte ya."  dedi, boğulurcasına Deniz. Gökay, gülümsemişti. Birbirlerinin dertlerine her zaman gülerek karşılarlardı. Hayat onlar için sadece eğlenceydi.  Hızlı bir şekilde konuşmaya başladı "Düzelir be olum salla" oda bir yudum aldıktan sonra devam etti "Hatta çağıralım gelsinler. Ne dersin? Hem ben alırım Helin'i sende onunla biraz yalnız konuşursun, içini bana değil ona dökersin. Böylesi daha iyi olur. Hatta dur arıyorum." demiş ve daha Deniz'in bir şeyler demesine izin vermeden telefonunu kullanmıştı. Bir kaç saniye bekledikten sonra telefon açılmıştı. Gökay yüzüne gülümsemesine takılıp konuşmaya başlamıştı "Alo Nilay neredesin? He Helin'le beraber misin? Tamam bak şimdi napıyosunuz biliyo musun? Atlıyosunuz bir taksiye bu Helin'lerin evin oraya yakın  Zooma diye bir cafe var. Oraya geliyosunuz, hadi bekliyoruz çabuk." 

Yaklaşık bir saat sonra... 

Helin ve Nilay asil yürüyüşleriyle masaya yaklaşmışlardı. Daha selam veremeden karşılarında kaşları çatılmış, kızgın ses tonlu yapılı bir adam "Allahtan çabuk gelin dedim he. Oturun şuraya benim canımı sıkmayın." dedi espiriyle karışık bir şekilde. Nilay "Haşin erkek" diye mırıldanarak Deniz'in karşısına oturmuştu.  Bir otuz, kırk dakika sonra muhabbet iyice artmış, ortam iyice kahkahalara boğulmuştu. Deniz ise muhabbete dahil olmasına karşın hala normal değildi. Nilay'da onu aynı Gökay gibi çok iyi tanıyordu. Onun o renkli gözlerindeki derinliği, kaşlarının duruşundan hemen herşeyi anlıyordu. Deniz'in ellerinden tutup "Hadi gel seninle biraz hava alalım." dedi. Deniz "olur" gibisinden kafa sallamıştı Nilay'ın bu samimi hareketine. 

Dışarı çıktıklarında beraber deniz kenarına doğru sessizce yürümeye başlamışlardı. Sakin ve usulca hatta olabildiğince yavaş bir biçimde.  Dalgaların sesi Deniz'in kulağında sürekli git gel yapıyordu. Temiz havayı ciğerlerini yakana kadar içine çekmişti Deniz.  Yavaşça oradaki bir banka yönelmişti, Nilay'sa onu takip ediyordu. Banka oturduklarında Nilay'ın gözlerinin içine baktı "Neden bana bu kadar samimisin? Ben seni ilk gördüğümde bana kızacağını düşünmüştüm. Bilemiyorum belkide içten içe kızıyorsun. Seni iyi tanıyorum, eğer biri seni üzdüyse intikamını alırsın. Kin tutarsın bunu da biliyorum fakat neden samimiydin? Bana gerçeği söyle." Nilay, büyük göz bebeklerini sergileyerek, uzunca bir gülümseme attı ortaya "Kaç yıl oldu?" gülümsemesini kesmiyordu. Etrafına her zaman pozitif enerjiler yayan biriydi o. Tekrardan devam etti "Benim için farklı olduğunu biliyosun ve yaptıkların için pişman olduğunuda fark ediyorum. Sanırım bu en büyük özür, takma sende. Bak hem artık sende burdasın." elleriyle Deniz'in yüzünü okşamaya başladı Nilay. Biraz daha canlı gülümseyerek "Gerçekten çok özledim." dedi.  Deniz'in içinde ki karamsarlık artık yok olmuştu. Tekrardan aralarında bir bağ oluşuyordu. Güven tekrardan aralarına giriyordu yıllar sonra. 

Bu sırada Gökay ve Helin. 

Kaşlarını şaşırmış bir biçime sokup "Nereye gidiyolar?" dedi Helin. Gökay hınzırca gülümsemesini yüzünden düşürmeyerek, "Nereye olacak eski bir meseleyi anmaya." dedi. Helin'in masum suratındaki şaşkın ifade saniye saniye artıyordu "Hangi eski mesele?" Gökay bu konulardan sıkılmışcasına "Boşver onları şimdi, sen ufaktan çakır keyif falan mı oldun? Yoksa bana mı öyle geliyo?" dedi gülümsemesi düşmeden. Helin, boş ve anlamsız bakışlarını sürdürerek "Ne çakır keyifi bee? Ben varya... Ben varya sünger gibi içerim süngeer!" Gökay dudaklarını büzüştürüp, gözlerini kocaman açıp Helin'i daha dikkatli süzerken "Yüzündeki aptalımsı ifadeden anlaşılıyor zaten" dedi ufak kahkahasını ortaya koyarak. Karşısındaki kız bu sefer kaşlarını çatmış "Aptalımsı mı? Sen ne?..." lafını bitiremeden kısa bir süreli hıçkırık tutmuştu "Ay" dedi tekrardan sıcak ses tonuyla. Gökay "Hadi seni evine götürelim" deyip, Helin'i kollarının altına aldı bu sırada mırıldanmaktan da vazgeçmemişti "Ulan daha otuz dakika ya içtin ya içmedin nasıl da böyle oldun?". Helin'de kafasının ufak güzelliğinden olacak ki bir şey fark etmemiş "Hı ? Ne dedin? Anlamadım." demişti her zamanki ses tonuyla.  Gökay onu mekandan çıkarırken "Artık gitme vakti küçük hanım." diye tekrardan mırıldanmıştı. 

Evet bu bölümüde burada bitiriyorum. Oylarsanız sevinirim. 
Ayrıca okuyanların olduğunu görmem gayet güzel olur. Yani yorum bırakırsanız yada oylarsanız boş yere yazmadığımı fark edeceğim. Sessizce takip edenler varsa lütfen sessiz kalmasın, oylayın yorum atın yapın bir şeyler. Eğer Gökay ve Deniz'in görünüşlerini merak ediyorsanız Oyuncular kısmına yazmıştım. Burayada tekrardan yazayım Deniz : Erik Durm   Gökay : Matthias Ginter

Gün DoğumuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin