Bir adam girdi hayatıma, gülüşünde hayat bulduğum, gözyaşında nefesimi verdiğim, çok sevdiğim bir adam. Atilla Feyezan, kırık kalbime bıraktı sevgisini, onardı ruhumu fakât bende onarabilecek miydim onun ruhunu?
"Ölümün kıyısından sonsuzluğun hiçli...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Uyarı: bölümde şiddet ve olumsuz örnek oluşturabilecek sahneler vardır.
•
Aklıma kazıdığım, kalbime yara bıraktığım hatıralar, buldukları küçük deliklerden sızarak yine kaplamışlardı tüm bedenimi.
Gecenin gündüze dönmesi gibi, göz açıp kapayıncaya kadar hızlıydı karanlığımın sarmalı. Tıpkı bir zehir misali yayılmış, her hücremi parçalara ayırarak öldürmeye yemin etmişti. Ne o yeminini bozardı, ne de ben ölümden korkardım. İkimizde birbirimizin içinde yıllardır bu aciz döngüyle geçinip gitmiştik.
Bu pazartesi sabahı, daha önce hiç hissetmediğim bir hüzün vardı içimde fakât emindim ki sadece bununla kalmayacaktı. Size bir katilin öldürmekten duyduğu zevki anlatmayacaktım, size darağacına giden tüm yollarımı birer birer nasıl keşfettiğimi anlatacaktım.
Ölüm ince biz çizgiydi, çizginin öncesine adım atmak yaşamak, çizginin sonrasına adım atmak cehennemdi. Peki ben çizginin tam üzerine basarak ecelimle mi oynuyordum, yoksa ecel ben mi oluyordum?
Bunun cevabı, işte bu pazartesi gününde saklıydı.
Dışarıda cehennemin sıcaklığı değil, kıyametin soğukluğu vardı. Bu kış şimdiye kadar gördüğüm en sert kıştı. İlk defa dizlerime kadar kara battığımı hatırlıyordum, daha önce defalarca kez kendi kanıma batmama rağmen.
Her şeye rağmen okula gitmek için hazırlanmam gerekiyordu. Okul, kimileri için güzel, kimileri için çirkin, benim için ise acıydı. 'Hayatının hangi köşesinde daha çok acı çektin?' diye sorsanız, hiç düşünmeden okul duvarına çöküp ağladığım köşeler derdim. Duvarların dili olsa da konuşsalar derler, keşke konuşsalar, yalnızlığıma ortak olsalar. Ağlarken beni teselli etseler, hiç yoktan bir mendil uzatsalar, derdime hemdert olsalar...
Yaptığım tek hazırlık giyinik olan günlük kıyafetimin üzerine aldığım ince kabanımdı. Kendimi soğuğun kollarına attığımda, ilk önce yüzüme çarpan sert rüzgârı hissettim. Sonrasında yüzüme iğne gibi batan o soğuk acıyı. Yürümeye başladığımda alışırım sanmıştım, her şey gibi buna da alışamadım. Garip geliyordu tüm duygular, bazen insanlıktan çıkıyor, etrafta başıboş dolaşan bir hayalet gibi davranıyordum. İnsanlardan kopuk davrandığım için mi dışlanmaya mahkûm kalıyordum?
Üniversitenin yolları gitgide uzarken adımlarım inadına daha yavaş gidiyordu. Hiç varmak istemiyordum, ama okumaya mecburdum. Bu aciz hayatımda iyi şeyler istiyorsam, bir şekilde okumak zorundaydım. Nefret edilsem de, itilip kakılsam da, sürüne sürüne gidecek olsam da, bir şekilde zaman geçmiyor muydu zaten? İyi ya da kötü hayatımı yaşıyordum, hiç iyiyi tatmamış olsam da...
Fakültenin bahçesine adımımı atar atmaz sıkkın bir nefes verdim havaya. Ayaklarım geri geri gitmek, koşup kaçmak istiyordu buradan fakât bedenim kaçsa bile ruhum hep bu topraklara gömülü kalacaktı. Beni bekleyen canavarlar gördüğüm en korkunç filmin karesi gibiydi, ben burada gerçeği yaşıyordum. Her gün aynı gerçekle yüz yüze geliyor, aynı karanlığın altında eziliyordum.