purple red.

4.4K 339 248
                                    

insanların hayatın da bir dönüm noktası elbette vardı. benim dönüm noktam da öğretmenliğe bungsun özel üniversitesin de başlamam olacağına emindim.

Bungsun özel üniversitesi, tüm dünyanın en iyi 2 üniversitesinden biriydi. insanlar orda okumak ve çalışmak için ellerinde ki her şeyi verirdi. sizin o dizilerde gördüğünüz malikanelerde yaşayan çok zengin dediğiniz insanlar bile bu okul için fazla fakir kalırdı, emin olabilirsiniz.
ve ben şimdi daha ilk senemde, abim seokjin sayesinde o rüyalar okulunda, edebiyat öğretmeni olarak işe başlayacaktım.

feci derece de heyecanlıydım öyle ki sabah kalktığımdan beri kalbim sanki hızlı bir marotondaymışcasına atıyordu. en sonun da tüm işlerimi bitirip üstüme beyaz kadife gömleğimi, üstüne pembe ve yine kafide paltomu, altımaysa, beyaz yine ve yine kadife pantolonumu giymiştim.

yüzümde aptal ve oldukça büyük bir gülümseme vardı. saçlarımı hafif yana attım yüzüme doğal bir makkyaj yapıp, siyah kadife spor çantamı aldıktan sonra, siyah kadife ayakkabılarımı-evet kadife fetişim var-giydim ve evden çıkarak beni alacak meslektaşım park jimini beklemeye başladım.

jimin de abim seokjin sayesinde bungsun üniversitesinde ingilizce öğretmeni olarak işe başlayacaktı, onun da ilk senesiydi. abim bizi alması için bay bungsun'a oldukça fazla dil dökmüştü. en sonun da bizi teste sokup okul için yeterli olduğumuzu kanıtladıktan sonra ikna olmuştu.

asfaltı ağlatan tekerlek sesi kulaklarıma ulaştığında hafifçe ilkilerek önümde duran kırmızı arabanın kime ait olduğunu bildiğim için tereddüt etmeden kapısını açıp aceleyle binmiştim. acele etmemden dolayı spor çantam elimden kayıp dışarı düşmüştü, dışarısı akşam yağmur yağdığı için ıslaktı.

"oof mahvoldu çanta! kadifeydi bu, yıpranacak şimdi."

jimin arabayı çalıştırırken hafifçe kıkırdadı.

"çok endişelisin gguk. rahatla biraz, lütfen."

kendimi toparladıktan sonra kaşlarımı çatarak sinirli ve sitemli konuştum.

"kusura bakma jimmy senin kadar rahat olamıyorum. farkında mısın? biz ilk senemizden bungsun özel üniversitesinde işe başlayacağız. bu bizim için çok büyük bir şans! bu şansı kaybedeceğim diye ödüm kopuyor."

"biliyorum gguk. ama böyle davranmaya devam edersen işi daha da kötüleştirirsin, sakin ol biraz."

haklı olduğunu mırıldanıp kafamı pencereye çevirmiştim. okul evime bir hayli uzaktı. evde bakmam gerekiyordu yoksa okula neredeyse her gün geç kalacaktım. düşüncelerimden jimin'in konuşmasıyla sıyrılmış, ve tüm dikkatimi ona vermiştim.

"bu sessizlik canımı sıktı. okuldaki kırmızı çizgimiz, yani, asla bağırmayacağımız azarlamayacağız ve bir metreden fazla yaklaşmayacağımız öğrencileri öğrendim. şimdi söyleyeyim sana da sonra başımıza iş açma minik gguk."

gözlerimi devirip yüzümü tamamen ona çevirdim.

"ben zaten hiç bir öğrencime bağırmam jimmy, bu doğru bir şey değil."

göz devirdikten sonra telefonundan bir fotoğraf açıp elime tutuşturdu. fotoğrafdaki çocuğun kırmızı saçları ve yüzünde tatlı bir gülümsemesi vardı.

"her neyse polyanna gguk, önce fotoğrafda ki kişi, jung hoseoktan başlayayım kendisi alfa. ailesi dünyadaki en ünlü markalardan olan samsung'un varisleri. çok laubali ve eğlenceli bir tip olduğu söyleniyor. ögretmenleriyle çok uğraşırmış, bu yüzden dikkatli ol ne kadar sabrını sınasa da taşkınlık yapma."

onaylar bir şekilde mırıldanmamla, fotoğrafı değiştirdi. bu sefer fotoğrafta ki kişi, saçları mint yeşili, yüzünde donuk bir gülümseme olan bir oğlandı.

"min yoongi, alfa. kore'nin en ünlü giysi markasının velihatı. laubali ve eğlenceli ikinci tip. tüm okuldaki herkesi elden geçirdiği söyleniyor. jung'un aksine öğretmenlerden hiç haz etmiyor ve tek bir diyolog kurmuyor. şanslısın."

kıkırdamamla o da kıkırdayıp fotoğrafı değiştirdi.

"choi yeonjun alfa ve kim namjoon alfa. kore'nin en zengileri listesindeki kim jisoo'nun evlat edindiği oğulları. anneleriyle aralarında en küçüğünün bile yedi yaş var. biri abi diğeri ise küçük kardeş. yeonjun, hoseokla tamamiyle aynı bir tip. namjoonsa hepsinin aksine oldukça olgun ve etliye sütlüye bulaşmayan bir tip."

fotoğrafı değiştirdiğinde önümde beliren yüzle kalbime tatlı bir sızı yayılmıştı. gözlerimi kocaman açarak telefonu biraz daha yaklaştırdım.

bu, bunlar kim jimin?"

koyu gri saçlarına bandana giydiren, ten olarak sadece piercing kaplı yüzü ve dövmelerle dolu boynu gözüken lâkin tüm vücudunun dövmelerle kaplı olduğuna yemin edebileceğim, kırmızı gözlü, yüzünde tek bir mimik olmayan oğlana bakarak sormuştum. jimin telefondaki fotoğrafa yandan gözünü deydirip sonra önüne dönerek boğazını temizledi.

"afrodit kim jennie ve buz tanrı kim taehyung. yani lakapları bunlar, ikizler. bay bungsun'un varisleri, tüm mal varlığını teslim edeceği biricik torunları. kim jennie bir alfa, kim taehyungsa şuan ki yüzyıl'ın tek deltası. bak jeongguk, ikisinede bulaşmıyorsun, sakın. elinden geldiğince fotoğraflarda ki herkesten uzak dur. çünkü yeonjun dışında hepsi senin sınıfında. "

fotoğrafa daldığımdan varmış olduğumuz okulu ve arabanın durmuş olduğunu farketmemiştim. jimin omzumu hafifçe dürtükledi.

"son bir kişi kaldı."

fotoğrafı yeniden değiştirince ekran da sarışın dolgun, kiraz kadar kırmızı dudaklı bir kız belirmişti. gözlerinde gözlük vardı yüzü tam belli olmuyordu, sadece gülümsemesi görünüyordu fazla tatlı denilebilecek ama bana göre oldukça ürkünç bir şekilde ekrana bakıyordu.

"seo soojin, kendisinin diğerleri gibi zengin bir ailesi yok. orta halliler, bizim gibi torpilli diyebilirsin. kim taehyung sayesinde rüyalar üniversitesin de okuyor. kendisi dünya üzerinde ki tek vita, kim taehyungun hassas noktası ona küçücük bile sesini yükselten olunca acımıyor, aman hâ gguk dikkat et bu yüzü hafızana iyi kazı."

kafamı onaylar şekilde sallamıştım. açık konuşmak gerekirse bu kız hiç ama hiç hoşuma gitmemişti. nedensizce göğsümde koca bir ağrı oluşmuştu, kurdumun hırlamalarını duyuyordum, sinirlenmişti. ama neden sinirlenmişti? annemin omega olduğum anlaşıldığı günden beri mor gözlerimi gizlemek için takmamı tembihlediği mavi lenslerim canımı yakmaya ve kaşınmaya başlamıştı.

jiminin endişeli sesi beni kendime getirdiğin de kurdumu sakinleştirip lenslerimin acısını dindirince bir sorun olmadığını söyleyip aceleyle bindiğim arabadan yine aceleyle çıkmıştım. dersim 3 dakika sonra başlayacaktı koşarken arkamı dönmeden jimine el sallamıştım. okulun içine girdiğimde etraftaki kimseyi umursamadan koşmaya devam etmiştim. neredeyse 5 yıldır rüyam da gördüğüm okulun içine göz bile gezdirememiştim.

koşmaya devam ederken beni durduran şey yüzümü kaya kadar sert bir şeye çarpmamdı. şansıma içimden lanetler ederken ve yere kapaklanacağıma adım kadar eminken, belime sarılan kaslı ve büyük kollar tüm bu düşüncelerimi çürütmüştü. korkudan sımsıkı kapattığım gözlerimi bu seferde burnuma dolan eşsiz kokudan açamıyordum. lâkin belimde ki kollar daha da sıkılaşınca gözlerimi yavaşça aralamıştım.

ilk gördüğüm şey kıp kırmızı donuk bakan gözlerdi, görüntü gittikçe netleşince karşımda ki kişinin buz tanrı kim taehyung olduğunu anlamıştım. endişeyle kollarının arasından çıkmak için hamle yaptığımda belimdeki kollar imkanı varmışçasına daha da sıkılaşmıştı. bana donuk ve çatılmış kaşlarla bakarken korkmam fazlaca normaldi. bu olanlar yetmezmiş gibi yüzünü boynuma yaklaştırıp derin bir nefes aldıktan sonra yüzünü yukarı yüzüme doğru kaldırıp ilah gibi olan kalın tınılı sesiyle konuştu.

"dikkatli ol, takılıp düşme. her zaman seni tutamam."

kocaman açtığım ve hafif aralık dudaklarımla kafamı onaylarcasına salladım. belime sarılı kollarını çekerek doğruldu ve sağımdan geçerek yürümeye başladı. ben arkasından hâlâ şaşkınca bakıyordum.

ilk günümdü ve toydum. nasıl bir belaya bulaştığımı bilmiyordum...
-


ben afrodit.
bir sonraki bölümde görüşmek üzere.💜

New But Old ❝taekook❞Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin