Bir adam girdi hayatıma, gülüşünde hayat bulduğum, gözyaşında nefesimi verdiğim, çok sevdiğim bir adam. Atilla Feyezan, kırık kalbime bıraktı sevgisini, onardı ruhumu fakât bende onarabilecek miydim onun ruhunu?
"Ölümün kıyısından sonsuzluğun hiçli...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
•
Etrafım hiç olmadığı kadar sessizdi. Sadece benim nefes seslerimin hâkim olduğu bu sokak, birçok şeye tanık olmuştu.
Çok değil, yaklaşık beş dakika kadar önce burada biri ölmüştü. Şimdi ise savunmasız bir şekilde sırtımı duvara yaslamış, bacaklarımı gelişigüzel uzatmış, yerde yatan cesedi izliyordum. Sanki ona sarkıtı saplayan ben değilmişim gibi, sanki bir katil olmamışım gibi...
Zevk verici bir duygu değildi, hissettiğim şey kelimelerle ifade edilemez bir yıkımdı. Ben o yıkımın altında kalan bedenlerden sadece bir tanesiydim. Bir insan kendi için kötüyü dilemezdi, bugün her şeyin son olmasını dilerken böylesi bir kötülüğü istememiştim. Herkes gibi olmak, herkes gibi gülmek, herkes gibi ağlamak istemiştim. Şimdi ise ağladığım sebep öyle farklıydı ki diğerlerinden, yere bulaşan kan izlerine her baktığımda daha içli ağlıyor ve bu hayata feryat ediyordum.
Kana karışmış ellerimi saçlarıma geçirerek dizlerimi kendime doğru çektim, kafamı bilinçsizce dizlerime gömdüğümde bitsin istedim. İnsan kâbuslarından da uyanırdı değil mi? Uyanacaktım, belki birkaç dakika sonra aralayacaktım gözlerimi. Ben bunları dilerken karanlık gök öyle şiddetli gürledi ki küçük bir hıçkırık kaçtı ağzımdan. Bedenim titremeye başlarken Poyraz'ın dakikalar önce tenime dokunan nefesi geldi aklıma. Ellerim otomatik olarak boynuma doğru kaydığında yakası açılmış kıyafetimi tutarak hızla kapattım boynumu. Bir deli gibi kafamı iki yana sallıyor, uyanmam için Tanrı'ya yalvarıyordum âdeta.
"Lütfen, gerçek olmadığını bileyim!" Tüm bunların bir yalan olduğunu, ben eskisi gibi biri olduğumu bileyim. Gökyüzünden bir gürültü daha geldiğinde ellerimle kulaklarımı kapatarak bağırdım, "Gerçek değil!" Gökyüzü de biliyor muydu öldürdüğümü? Bulutlar da şahit miydi? Derin derin nefes almaya başladığımda dizlerime gömülü başımı hafifçe kaldırdım. Yerdeki cesedin bilinçsizce iki yana düşen bembeyaz ellerini gördüğümde korkuyla ağzımı kapattım. Gözlerim irice açılırken kalbim hiç olmadığı kadar hızlandı, cinayetim tam karşımdaydı.
Şiddetle ağlamaya başladığımda ilk defa yabancı geliyordu gözyaşlarım. Bu yaşlar bugün akmamalıydı, soğuk karların üzerine yatan cesede bakarken akmamalıydı ruhum. Yüreğim boğazıma dayanmış, bir kuşun kafeste çırpındığı gibi çırpınıyordu. "Bu nasıl bir acı?" Sessiz fısıltım ıslak dudaklarımın arasından kayıp çarptı karşımdaki duvara. Hep yardımını dilediğim duvar bu sefer üzerime doğru geliyor, içimde büyütüyordu korkuyu. Saçlarımın üzerinde hissettiğim damlalarla yağmurun yağdığını anladım. Karın ve cesedin üzerini örtmek istercesine yağıyordu.
Yağmur da birilerinin kefeni olurdu, benim gibi ruhu özgürlüğe hasret kalmış insanların kefeni. Titreyen ellerim kucağıma doğru düştüğünde onları zapt etmek istedim fakât olmadı. Kana bürünmüş ellerim bir katilinkiyle eşdeğerdi, yağmura inat kapattım avuçlarımı. İlk defa vazgeçtim kendim olmaktan, ilk defa bir katil gibi düşünerek yerde yatan bedene bakmak istedim. Islanmış saçlarım gözlerimin önüne bir perde misali düşerken dokunmadım onlara. Dokunsam koparmak isteyecek, hayata olan öfkemi haykırmak isteyecektim.