Harry Styles- Sign of the Times*Yavaşça açılan gözlerim ve bilincimle nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Gözlerim bir süre beyaz ışıktan dolayı rahatsız olmuş gibi çırpındı. Neden ışıklar bu kadar yoğundu? Göz kapaklarımın ağırlığı gözlerimi ağrıtıyordu. Başımda da iğrenç bir ağrı vardı. Gözlerim iyice açıldığında nerede olduğumu anlamam zor olmadı. Kollarımdaki serumlar ve en son yaptığım şeyler zihnime birer birer doluşurken hastanede olduğumu idrak ettim.
Okuldaydım. Yeni girmiştim. Okula yine San bırakmıştı. Ve beni ilk bıraktığı günden beri neredeyse bu bir hafta kadardır tekrarlanıyordu. Tiyatro salonuna girince kimse yokken pratik yapmak istemiştim. Uzun zamandır dans etmiyordum ve kendime bir şans verdim. Ama bayılmıştım işte. En son gözlerimin karardığını ve her zaman olan semptomları yaşamıştım.
Kapının açılma sesini duyduğumda gözlerimi kapıya diktim. İçeri giren San'dı. Kimsenin bir şey öğrenmemesi için dua ediyordum. Durumu öğrenmemesi için tanrıya yalvarıyordum içten içe.
"Uyanmışsın." Gayet düz bir ifade vardı suratında. Kafamı olumlu anlamda sallayıp hemen Yeo'yu sordum. San, hiçbir şeyden haberi olmadığını, bir gece müşaade altında tutulacağımı ve bunu da Yeosang'a onda kalacağımı söyleyerek açıklamıştı. Ben uyurken bunca şeyi hallettiği için teşekkür ettim. Hiçbir şey sormadım ona, eğer öğrenmediyse kendimi daha çok ele vermek istemedim.
"Zira ailem dediğin insanın bile hiçbir şeyden haberi yokmuş Woo." dedi San kızgın bir tavırla. Söylemesem neye yarardı, öğrenmişti bile. Gerçekten öfkeliydi. Bana hastaneye gitmem konusunda ısrar etmiş ama ben her seferinde itiraz etmiştim. Nasıl söyleyebilirdim, daha tanışalı 2-3 hafta oluyordu. Bu gayet normaldi.
"San, lütfen. Bu kolay bir şey değil." dedim bende düz bir ifadeyle.
"Biliyorum... Kolay değil..." dedikten sonra gözlerinin dolduğunu gördüm. İçime bir ağırlık çökmüş gibi hissettim. Onu ilk defa böyle üzgün görüyordum ve bu benim yüzümdendi. İlk kez benim yüzümden böylesine üzülüyordu. Bir hışımla ağlayarak dışarı çıktı. Bu ifadesi de neydi böyle? Ölmeyecektim ya, on bir aydır hayattaydım ve bir şey olmamıştı. Bundan sonra da olmayacaktı. Kolumdaki serumlardan dolayı ardından gidemedim ve geri gelmesini bekledim. Beş dakika bile geçmeden ağlamaktan kızarmış olan gözleriyle yanıma geldi. Burnunu çekiyor ve gözyaşlarını siliyordu.
"Özür dilerim." dedim. Kimden, neyden özür diliyordum? Kendimden mi yoksa ondan mı? Yoksa burada olmamasına rağmen Yeo'dan mı? Bilmiyordum, hiçbir şey bilmiyordum. Bildiğim tek şey San'ın ağlamaktan oluşan göz kızarıklığı ve ne kadar çok üzüldüğüydü.
"Özür dileme Wooyoung." Elimi tuttu ve yanımdaki sandalyeye oturdu.
"Sadece söz ver bana. Tedavi olacağına dair söz vermeni istiyorum. Doktorunla konuştum. Onbir ay önce gelip öğrenmişsin hastalığını. Bay Jung seni uyarmış ilerleyebileceği yönünde ama sen umursamamışsın."
Gözlerinden dökülen yaşlar yüzünden konuşması duraksamıştı. Onu böyle görmeye hiç alışık değildim. Ve kendimi dünyanın en kötü insanı gibi hissediyordum.
Daha düne kadar onu mutlu etmek adına söz vermişken bu kadar üzülmesine neden olmam tutarsızlığımın kanıtıydı."Lütfen artık tedavi ol Woo, lütfen." dedikten sonra gözyaşlarını silmeye çalıştı. Onu öyle görünce dayanamadım ve bende yaşlarımın özgür kalmasına izin verdim. Tutuşan ellerimize baktı ve avcumun tam ortasına uzun bir öpücük bıraktı. Bu birçok sözden daha anlamlıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vertigo | woosan ✓
Fanfiction"Ö𝒍𝒎𝒆𝒌 𝒊𝒔𝒕𝒆𝒎𝒊𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎 𝒔𝒆𝒗𝒈𝒊𝒍𝒊𝒎. İ𝒏𝒂𝒏 ö𝒍𝒎𝒆𝒌 𝒊𝒔𝒕𝒆𝒎𝒊𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎 𝒂𝒎𝒂...𝒂𝒓𝒕ı𝒌 𝒈ü𝒄ü𝒎ü 𝒌𝒂𝒚𝒃𝒆𝒅𝒆𝒃𝒊𝒍𝒊𝒓𝒊𝒎."