~1. BÖLÜM ~

93 5 44
                                    

                      
                                     
 Neden insanlar göremediler ölen Dünya’yı?

Peki ya neden bu kadar çok istedi insanoğlu kıyametin kopmasını?

Bu yüzden değil miydi hiçbir şeye tamah etmezdik?

Tarih hep benzer olaylarla doluyken neden ders çıkaramıyor kimse?

Neden insan beyni her şeyi bu kadar kolay unutuyor?
 …

 Cevaplarını aradığım sorular beynimde dönmeye devam ederken son çileği de sepetteki diğer çileklerin yanına koydum ve yürümeye başladım. Son iki yıldır pazarlara gelmez oldu çilekler. Annemin ve benim en sevdiğimiz meyvenin bu kadar zor bulunması bizi biraz üzüyor. Neyse ki çıktığım orman yürüyüşlerinden bazılarında karşılaşıyoruz bu leziz çileklerle. Sorduğum sorulara kendimce cevaplar ararken yerdeki taşı göremeyip yere kapaklandım.
-        Hayyy… Yaa hayır ama hayır ya bu pantolonum daha yeni sayılır, yüksek sesle homurdandım. Sanırım annem çok kızacak pantolonumu böyle görünce. En iyisi bir süre göstermemek. Asıl kötü olan ise yamalı pantolon sayımın artması oldu. Bu durumda demek oluyor ki davetlerde iki seçeneğim kalıyor ya tek sağlam olan pantolonum ya da annemin giymem için ısrar edip durduğu büyük kırmızı çiçekli korkunç elbise. Ahh tekrar düşündüm de gerçekten çok korkunç. Neden bu kadar çirkin bir desen üretilir ki?

Yavaş yavaş orman yürüyüşümün sonuna yaklaşırken ağzıma sepetten bir çilek attım. Ne zaman kafa dinlemek istesem ya da canım bir şeye sıkılsa kendimi ormanda bulurum.  Aklım tekrar uzun zamandır cevaplarını aradığım sorularla doldu. Felaket öncesi tarih derslerinde ve okuduğum kitaplarda az çok cevap alabiliyorum ama her soruma cevap bulamıyorum. Babam durmadan fazla ve gereksiz konularda takıldığımı söylüyor. Fazla merak benim için tehlikeli olurmuş. Her birimiz koyun olursak eğer hayat daha kolay olurmuş. Çünkü insan aklı kullanmak için değil koyun olmak için varmış. Tabii ki böyle söylemiyorlar sadece ima ediyorlar. Ama bence öyle değil. Hayata koyun olmak için gelmiş olamayız. Bundan sadece 62 yıl öncesinde çok farklı bir hayat varmış. İnsanların kendi düşünceleri, kendi istekleri, kendi yaşamları varmış. Bence ben geçmişte yaşamalıydım. Neyse işte o zamanlar herkes ne istiyorsa onu yapıyormuş, istediği yerde oluyor, istediği işte çalışıyor, istediği kişiyle evleniyor, istediği kadar eşyaya ya da kıyafete sahip olabiliyormuş. Hatta kıyafetleri değil bir dolap bir odaya sığmazmış. Kıyafetleri için özel odaları varmış. Şimdi ise bir çekmece giysimiz var o da varlığı olana. Zaten kumaş bulmak o kadar zor ki.  Geçmişte yaşamış insanlara çok özeniyorum. Kaynaklarımızın kısıtlı olması bizi birçok yönden sınırlandırıyor. Birçok evde elektrik bile yok. Babam başkan olduğu için bizim eve günde üç saat elektrik sağlanıyor. Bir tek devlet binalarında çalışma saatleri boyunca elektrik var. İnsanlığın soyunun devamı için olduğu söylenen o kadar çok kural koyuldu ki artık sosyal hayat nerdeyse bitti.
  
Etrafımdaki seslerle dikkatim dağıldı. Ormandan şehre geçiş yaptığımı yeni anladım. Pazara doğru yürüdüm. Annemin istediği buğdaydan almam gerekiyordu. Ama her zaman aldığımız kadın yoktu bugün. Onun yerinde aynı buğdayları satan genç bir çocuk var galiba. Arkadan pek net gözükmüyordu. Tezgaha varınca benim yaşlarımda bir erkek olduğunu fark ettim.
-Pardon! Bir kilo buğday alabilir miyim?
 -Elbette hemen hazırlıyorum, dedi kafasını bir saniye kadar kaldırıp baktıktan sonra. Yüz hatları çok keskin ama bir o kadar da yumuşaktı. Çok farklı bir yapısı vardı. Poşeti tartarken büyük bir ciddiyetle çalışıyordu. Elindekinin buğday olduğunu bilmesem önemli bir deney yapıyor sanırdım. En son poşetin ağzını bağlamadan önce bir avuç buğday tanesi daha attı poşete. Çok ilginç geldi bu yaptığı. Çünkü bu aralar herkes nasıl daha fazla kâr ederimin peşinde.
 - Önceden burada bir hanımefendi satıyordu. Ne oldu ona?
 - Ahh! Evet, annem biraz rahatsızlandı geçici bir süreliğine yerine bakıyorum, derken gözlerime bakmamaya çalışıyordu.
 - Anladım, çok geçmiş olsun.
-Teşekkürler, dedi ben fişi uzatırken. Poşeti almam için tezgahın üstüne koydu.
- kolay gelsin, dedim oradan ayrılırken.

İNTİBAH-I BEŞER ( İNSANLIĞIN UYANIŞI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin