Three Days Grace-Nothing's Fair In Love and War
"Konuşmadan yalnızca beni dinle, Kim Taehyung. Çok vaktimiz yok, o yüzden açık olacağım ve senden dürüst olmanı bekliyorum."
Taehyung yutkundu.
Bu ses tonunu biliyordu.
Yoongi ile uzun süredir konuşmuyordu. Telefon haklarında araması gereken çok kişi vardı, yanına gittiği en son seferin üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Aslında tercihi biraz özlem gidermek olabilirdi ancak Min Yoongi belli ki bunu yapmayacaktı. Hatta belli ki kızgındı.
"Dün gece haberleri izledim. Park Jimin'in kaçırılmasında senin ya da Jungkook'un bir parmağı var mı?" Bu da elindeki şişeyi yere düşürdüğü ana denk geliyordu. Zaten Yoongi içerideyken onu kızdıracak ne yapmış olabilirdi ki? Elbette nedeni bu olmak zorundaydı! Yoongi aptal birisi değildi, orada olmasının sebebi olan kişinin kardeşi bir anda kaçırıldığında elbette şüpheleneceği kişiler belliydi. "Ben aldım cevabımı. Zaten bu bir soru değildi ama onca şeyi yapacak kadar yürekliysen bana da itiraf etmeni beklemiştim."
"Hyung–"
"Jungkook da işin içinde, sen de. Değil mi? Hatta... Namjoon da. Söylesene, babamı da karıştırdınız mı?"
"Hyung, gerçekten–"
"Seni ihbar etmemem için tek bir sebep söyle, Taehyung. Yaptığının ne kadar yanlış olduğunu biliyorsun. Sen–sen– gerçekten söyleyecek hiçbir şeyim yok. İnanamıyorum." İç çekti. Taehyung açıkçası bunun devamında gelebileceklerden korkuyordu. "Üç gününüz var."
"Ne- ne için?"
"Çocuğu ikna edip, delilleri ortadan kaldırıp onu salmak için."
Taehyung yerdeki cam parçalarına basmamaya çalışarak ilerledi. O sırada mutağın kapısında Jungkook vardı, tamamen hazırlanmış bir şekilde ona bakıyordu. Taehyung'un telefon görüşmesi ona da tuhaf gelmiş olmalıydı.
"Ama- hyung-"
"Yoongi mi?" Jungkook ileriye doğru bir adım attı.
"Ama hyung yok. Nerede olduğunuzu bilmiyorum ama sözüm olsun, sizi ihbar ederim, Taehyung."
Taehyung kendini bir sandalyeye attı.
"Hyung, bir dinlesen, gerçekten açıklayabilirim..."
"Şimdi bu yaptığınız şeyin bana yapılandan ne farkı var?"
Taehyung sessiz kaldı, bu konu hakkında bir şey diyemedi. Onu ikna edemeyeceğini biliyordu. "Jungkook yanına gelecek bugün. O anlatır benden dinlemediklerini."
"Ben söyleyeceğimi söyledim, Taehyung. Benim burada olduğum yetmiyormuş gibi bir de siz de mi heveslendiniz içeri girmeye? Rahat mı battı? Aklınızı mı yediniz? Gerçekten hayal kırıklığına uğradım. Cidden. Jungkook'a da söyle..." İç çekti. "Bugün gelmesin. Onunla da ancak çocuğu saldığınızda görüşürüm. Ve bunda ciddiyim, Taehyung."
Taehyung biraz şokla biraz da kızgınlıkla Jungkook'a baktı. Yoongi'nin bu tavrı onu kızdırsa bile ağzını açıp tek kelime edemeyecekti, biliyordu. Ve ayrıca biliyordu ki, Min Yoongi blöf yapmazdı. Kozlarını oynamıyordu, gerçekten yapacağı şeyi söylüyordu.
"Ne oldu? Bana ver." Jungkook onun ifadesinden endişelenmiş bir şekilde telefona uzandığında Taehyung tereddüt etmeden verdi, Min Yoongi'nin bu hali konuşmaya hevesli olduğu bir hal değildi, aslında bunu görmek bile istemezdi. Kendisine karşı oluşu da... pek hoş bir durum değildi. Aslında hiç değildi. "Yoongi? Ne demek–" Jungkook'un gözleri şokla aralandı. "Yapamazsın."