•
Bazı geceler oldukça uzun ve sancılı geçebiliyordu. Neden bilinmez bir el boğazımın üstüne kapatarak tırnaklarını tenime geçirip kanıma karıştırdığı zehirle düşüncelerimi bulandırıyordu sanki. Böyle anlarda değil uyumak nefes almak bile güç gelmeye başlardı. Yatağımdan çıkar saatlerce günün ağarmasını beklerdim. O zamanlar bulanıktı zihnimde. Ne düşündüğümü hatırlamak imkansızdı.
Anlaşılmaz bir insan olduğumu kabul ediyordum. Ama bu kabullenişti en ağır gelen. Beni bu halimle kabul edenler olmayınca kendimi onlara göre şekillendirmeye çalışmıştım ama o da pek bir pozitif sonuç doğurmamıştı.
Sadece üç haftalık bir zaman diliminde amaçsızlığıma bir amaç katmış gibi hissediyordum. Bu ne kadar sağlıklıydı orası tartışılırdı ama en azından kendime yeni bir uğraş edinmek aldığım soluklara biraz daha anlam katıyordu.
Ekimin son haftasına da girmemizle beraber havalar iyice soğumuş, gökyüzünde Güneş'ten eser kalmaz hale gelmişti. Kapalı havalar pek benlik olmadığı için doğal olarak da beş karış asık bir surat ile etrafta dolaşıyordum.
Dersten çıktıktan sonra kampüsün taşlı yolunda ilerlerken bir dal sigara çekerek dudaklarımın arasına yerleştirdim. Bu sefer çakmağımı yanımda getirmeyi akıl edebildiğim için ufak çakmağı çıkarıp sigaranın ucunu alevlendireceğim sırada buraya doğru gelen beden ile dudaklarım arasındaki sigarayı geri yerine koyup adımlarımı hareketlendirdim.
Son bir haftadır Mark'ı görmemiştim. Ders saatlerimiz çok birbirine çakışmadığı için onu sık göremiyordum. Bu sadece onun için geçerliydi. Diğer arkadaşlarını ara sıra buralarda görüyordum. Şimdi de adının Renjun olduğunu bildiğim çocuğu görünce adımlarım ona doğru ilerlemeye başlamıştı kendiliğinden.
Bilgisayar mühendisliği okuduğu için bilgisayar çantasını omuzunda desteklemeye çalışırken bir yandan da kalın bir kitabı kolları arasında taşımaya çalışıyordu. Onun bir de okulun kütüphanesinde hafta sonları bazı saatlerde çalıştığını biliyordum. Oldukça zeki birisiydi ve grubun geri kalanı da hem zeki hem de yetenekli olunca kendimi aralarında aptal gibi hissediyordum.
"Hey." dedim dalgın çocuğun beni fark edebilmesi için. Boğazlı bej rengi bir kazak ve pantolon giyiniyordu. Omuzlarını tam saran kalın bir ceket ile de benim Hawaii'den çıkmış gibi görünen halim karşısında oldukça tezat bir görüntü oluşturuyorduk.
Siyah mini eteğim ve kısa ince penyem ile bu soğuk havda delirmiş gibi görünebilirdim ama üstümdeki büyük ceket tüm bedenimi sardığı için soğuğa karşılık korunuyordum. Ayrıca Japon'dum ben. Kore'nin bu havası küçükken yaşadığımız yerin havası yanında hiçbir şeydi. O zamanları hatırlamasam da büyüyünce öğrendiğime göre fazla fazla soğuk bir yerde çocukluğumu geçirmiştim.
Renjun çok uzun boylu olmadığı için kalın tabanlı botlarım ile onun boyuna neredeyse yetişmiştim. Bu yüzden Mark'la olduğu gibi kafamı kaldırarak havalara doğru konuşmak zorunda kalmıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Don't Wake Me Just Yet
FanfictionBana gelip elini uzattığında hiç düşünmeden tutunmuştum ona ve onun kırık kalbine. Konuşmadan bile anlardım ben onu. Ben onu ama o bir başkasını. Bazen aradığın o yuvayı bir başkasının gülüşünde de bulabilirdin. Ama bu bir rüyaysa bile beni henüz uy...