Bana gelip elini uzattığında hiç düşünmeden tutunmuştum ona ve onun kırık kalbine. Konuşmadan bile anlardım ben onu.
Ben onu ama o bir başkasını.
Bazen aradığın o yuvayı bir başkasının gülüşünde de bulabilirdin.
Ama bu bir rüyaysa bile beni henüz uy...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
•
Karanlıkta kalan düşüncelerin varlığı rahatsız edici bir şekilde devamlılıklarını sürdürürdü. Göremezdin, duyamazdın ama bir şekilde orada seninle birlikte nefes alıp yaşadığını bilirdin; hissederdin. Bu his geceleri uykularına kadar sızar seni uyandırır, geceyi gündüz etmeni sağlardı. Çoğunlukla buna maruz kalırdım.
İçimde kendimle yaşattığım düşüncelerim bir karabasan gibi üstüme çöktüğünde dış dünyayla da bağlantımı kesmiştim. Birkaç saattir içinde yüzdüğüm duygu yığınını tarif etmeye çalışsam bildiğim üç dilde de uygun kelimeleri bulmazdım. Neydi buna sebep olan?
Annemin odaya girip beni elimdeki fotoğraf karesiyle görmesi ile onda daha önce görmediğim bir yanına şahit olmuştum. Sürekli o anı bir film sahnesi gibi gözlerimin önüne getirip duruyordum ama bu tarafına uygun düşecek bir şey de bulamıyordum. Gözlerindeki o ifade tam olarak neydi? Biraz korku vardı, evet ama çokça da telaş barındırıyordu. Neden?
Trene bindikten sonra yol boyunca akıp giden manzara karşısında bunu düşünüp durmuştum. Bir karadelik gibi göğsümün ortasında büyüyüp duran o boşluk hissi bir kez daha açığa çıkmıştı. Benimleydi. Bazen en alakasız anlarda kendini hissettirir ekşi bir şey yemiş gibi yüzümü buruşturmama sebep olurdu ama bu sefer çok daha büyük bir etki bırakmıştı üstümde. Öyle ki sürekli elimi göğsüme götürüp gerçekten orada bir delik olup olmadığından emin olmak için yoklama alıyordum.
Öğleden sonra dört gibi Seul'e vardığımda kendi evime giderek eşyalarımı güvenli bir şekilde bırakmıştım. Vazoyu sağ salim bir şekilde yerinden çıkarıp evin en güvenli köşesine koydum. Seul'ün çok da işlek olmayan bir yerinde bir artı bir apartman dairelerinden birinde kalıyordum. Doğrusu Seul'e ilk taşındığımda oldukça pahalı bir semptte tutulan bir rezidans dairem vardı. İlk bir hafta ailemin gözetiminde orada kaldıktan sonra pek de bana göre olmadığına karar vererek buraya yerleşmiştim. Daire o kadar lükstü ki perdeler ses komutuyla açılıp kapanıyordu ama gel gör o dairede yalnızlığım daha da gözüme battığı için daha şirin bir yere taşınmıştım. Böyle iyiydi. Kendimi daha da normal bir insan gibi hissediyordum.
Tabii bundan bir tek benim haberim vardı. Ailem hala orada kaldığımı sanıyordu. Bir anda ziyaret etmeleri tutarsa diye onların sözlerini dinleyen uysal kız olabilmek adına geldiklerinde orayı kullanıyordum. Birkaç gereksiz eşyamı orada tutuyordum.
Lucas, zürafalığı dışında bir de baykuş gibi bir yaşantı sürdüğü için onunla akşam buluşacağımıza dair sözleştik. Onun gibi birisi ancak ay tepede parlamaya başladığında gerçek kimliğine bürünebiliyordu. Buluşma saatine kadar yapacak başka bir işim olmadığı için ben de evden çıkarak bir taksiye atladım ve adresi doğrudan toplanma alanına çevirdim. Mark hafta sonu defalarca kez aramıştı. Karın ağrısı neydi öğrenmek gerekiyordu. Yüz yüze.