incir ağacı

373 31 63
                                    

livia benim çorak hayatıma köklerini salmadan ve batmaktan gocunmadığım o dikenlerini tenime batırmadan önce, ben hiç incir ağacı görmemiştim. evlerinin bahçesinde oldukça büyük bir yer kaplayan bu ağaç, öyle bir gölge oluşturuyordu ki yazın güneşini neredeyse hiç hissetmezdiniz. genellikle avluda vakit geçiren diğer aile sakinleri bile bu ağacı selamlamaya gelirdi yazın.

evlerine hizmetçi olarak taşındığımız günden sonra hayatımdaki pek çok şey değişti. başlarda böyle bir hayata mahkum olduğum için oluşan kızgınlığım, onun kızıl saçlarının omuzlarına nasıl da intizamlı döküldüğünü görünce geçmişti. anladım ki müthiş zengin olarak yaşayacağım bir hayatta hiçbir zaman böyle bir güzelliği bulamayacaktım. hatta bazen aynaya bakıp kendi kendime gülerdim, tanrı'ya olan inancımı arttıran şeyin livia olmasına. sonra koşarak ilk gördüğüm heykele sarılır, annemin bilse çok kıkırdayacağı o sözleri, beni bir fakir olarak yarattığın için sana müteşekkirimden oluşan o kelimeleri, sessizce avuçlarıma fısıldardım. annemle ben iki fakir hizmetçiydik ama zengin ve iyi bir ailede bulunuyor olmamız hayatımızı biraz daha yaşanabilir hale çevirmişti.

livia, ailenin tek çocuğuydu. annesi, babası ve babasının annesinden oluşan bu küçük ailede sinirlerimi tepeme hoplatan tek kişi babaannesiydi. kendini evin kraliçesi olarak gören bu kadın, günde en az bir kere kibirli sözleriyle livia'nın annesini hırpalardı. oysa livia'nın annesi birçok bakımdan bilgili, nazik ve güleç bir kadındı. ilk zamanlar bu aşağılamaların bu nahif kişiyi çok üzdüğünü düşünürdüm ama babaanne ne zaman arkasını dönse, livia'nın annesi elleriyle ağzını kapatarak gülmesine engel olmaya çalışıyordu. hatta bunu yaptığı bir sırada göz göze gelmiştik ve bana göz kırpmıştı! o zamandan sonra fark ettim ki bu hakaret içeren sözler fazlasıyla komik ve yaratıcıydı. bazen bazı şeyleri pek de ciddiye almamak gerektiğini o günden sonra öğrendim.

eve ilk geldiğimiz zamanlardaki kaygılarımı hatırlıyorum. hayatıma sonsuza kadar böyle devam etmemin ne kadar korkunç olacağını tavana bakarak saatlerce düşünürdüm. livia'yla anlaşamayacağım, bu insanların bize kötü davranacakları korkusu da vardı. oysa birkaç gün sonra hepimiz içli dışlı olmuştuk ve her akşam avluda toplanıp meyveler yiyorduk. avlu, tavanının dikdörtgen bir kısmı açık halde bulunan ve bu kısımdan aşağıya doğru yavaş yavaş gözlerinizi indirdiğinizde yerdeki heykeli görebileceğiniz bir kısımdı. evin en sevdiğim yerlerinden biriydi burası çünkü herkes odasına çekildiğinde livia, yerdeki dikdörtgenin içerisinde bulunan heykelin köşesine geçer, ellerini bana doğru uzatırdı. ben de onun çaprazındaki köşeye koşup ellerini tutmaya çalışırdım. yetişmeme zaman tanımadan ellerini kendisine geri çekerdi, tutamazdım. gülümsemesini yüzüne kondurduğu gibi de odasına koşardı.

o, gördüğüm en sevecen ve en kurnaz insandı. insanlar üzerinde iyi bir izlenim bırakmayı çok iyi biliyordu. babası ticaretle ilgilendiği için sürekli farklı ortamlarda bulunurlar, evlerine ayda birkaç kez saygın kişileri konuk etmeleri gerekirdi. işlerin böyle yürüdüğünü çok geçmeden anlamıştım. livia'nın birçok kişiden oluştuğunu, benim bile ulaşamadığım kapılarının olduğunu fark etmiştim. böyle olmak zorundaydı, böyle olmak zorundaydım. yine de ona, şekillendiğim her yüzü göstermek istiyordum, beni böyle de sevebilecek tek kişinin o olduğunu biliyordum çünkü. o bilmiyordu, onu her haliyle sevebilecek birinin, benim, olduğumu henüz bilmiyordu.

gündüzleri tiyatroya, kütüphaneye giderdi. bu onun için bir rutin haline dönüşmüştü. birkaç kere beni de davet etti ama hizmetçisiyle dolaşmasının pek iyi bir fikir olmadığını biliyordum, ne kadar teklif ederse etsin reddetmekten asla vazgeçmedim. bana sinirlendiğinde yüzünü yüzüme yaklaştırır, kırmızı saçlarını kontrol altında tutan o taç öne düşesiye kadar öylece bakardı. bakardı. kahverengi gözleri damarlarıma kadar işleyip kanımın rengini değiştiresiye, kalbimin livia diye atmasını sağlayasıya kadar öylece bakardı. çok kez düşündüm, o da benim gözlerimden korkuyor mu acaba diye. çünkü ben onun gözlerinden, saçlarından, yanaklarına serpiştirilmiş az sayıda çilden, onu anımsatacak herhangi bir renkten.. korkuyordum. kendime hakim olamam da ağzımdan onun ismi çıkar diye korkuyordum. kırmızı bir elma görürüm de livia diye mırıldanırım diye korkuyordum. kokusu üstüme siner de alışırım diye korkuyordum. tüm bunların aksiymiş gibi korku gittikçe içime işliyordu, livia'ya bakarken o bir şey anlayacak diye ellerimi nereye koyacağımı bilemez hale gelmiştim. bir yandan da her şeyi anlamasını istiyordum. on yedi yaşında incir ağacı görmüş bir kızın onu nasıl cayır cayır sevdiğini anlasın istiyordum.

aşk eski bir yalan, livia ve maria'dan kalanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin