I.
❝
lakis adriel evers
sadece normal bir
aile istiyor
❞▁▁▁
LAKIS ADRIEL EVERS
Bazen Tanrı insanlara lütuflar verir ve insanların kendisine adak adayıp dua etmesi için müsait bir ortam oluşturur. Ben size rahat bir hayat verdim, der, bu yüzden siz de bana iman edeceksiniz.
İnsanoğlu, doğası gereği, doğduğu andan itibaren bir varlığa inanmak istiyordur, çünkü kendi yaratılışları, evrenin oluşumu gibi bilimin bile tıkanabileceği durumlarda devreye bu doğaüstü figür girer. Bazen elinde güneşi tutup altındaki iman eden insanların ona tapmalarını izlerken tasvir edilir, bazen bulutların arasından yarattığı insanlara bakarken... Onun altında olduğuna inanılan melekler ise arkalarında beyaz, on metrelik kanatlarla güneş ışığını saçar insanlara. Tabii, ışığın yanında nasıl gölge varsa, iyinin yanında da kötü olacaktır. Şeytan, ifrit ve cinler de tam bu esnada girer konunun içine.
Ve sanırım ben kendi şeytanımın kim olduğunu bulmuştum.
Tüm düşüncelerimde felsefik bir dokunuş arıyorsanız eğer, üzgünüm, bunun için Anora'ya gidebilir ve onunla bu konu hakkında birkaç saat boyunca aralıksız konuşabilirsiniz. Ancak eğer yok, bu iyi, diyorsanız, kapım size her zaman açıktır.
Hayır, aslında değil. Anora ile beni kıyaslayıp beni seçmeniz bile bana bir hakarettir.
Ben Lakis. Lakis Adriel Evers. Ailede en büyük, kardeşlerine bakmakla sorumlu olan kişi; ailenin gözbebeği ve tabii ki de en sevileni...
Ya da değil, aslında bunların hepsi kendi uydurmalarım. Sadece, ailede en büyük kişi olduğumu ve kardeşlerime bakmakla sorumlu olduğumu bilseniz yeter.
Bunu es geçip konuya dönersek, Hogwarts'a başlamamın ikinci yazındayım. Böcekler havada uçuyor, sinekler kollarımdan kan almak için her gece beni rahatsız ediyor ve buna ilaveten küçük kardeşlerim hiç de maceraperest değil.
Bu büyük bir sorun.
Karşımda, 'İnsanlık Tarihi' gibi kalın ciltli bir kitap okuyan, benden bir yaş küçük kız kardeşim Anora Nerissa ve onun yanında oturan, elindeki rubik küpü yaklaşık otuzuncu sefer tekrar bozup tekrar yapan, en küçüğümüz ve benden dört yaş küçük erkek kardeşim Elliot Calixte vardı.
Nasıl ışık getiren Tanrı varsa (ki bu durumda o ben oluyordum) insanlara umutsuzluk ve karamsarlık getiren Şeytan ile yandaşları da vardı. Anora ve Elliot, ikisi de bana umutsuzluk ve karamsarlık getirmek konusunda bir numara olduğu için onlar şu anda benim şeytanımdı.
"Hadi süpürgeye binelim!" dedim, elimi yukarı kaldırıp neşeyle konuşurken. "Bu sefer sizi süpürgeden atmayacağım, söz veriyorum!"
"Süpürgede pek iyi değilim..." dedi Elliot, bana bakandan rubik küpünü tek eliyle yaklaşık otuz saniye içerisinde tekrar yaptı ve konuşmaya devam etti. "Bacaklarım süpürgeye tam oturmuyor. Hâlâ kısayım."
"Keşke herkesin derdi kısa olmak olsaydı..." Anora, elindeki kitaba doğru homurdandı. "Süpürgeye binmeyi sevmediğimi bildiğin hâlde bunu sorman, bana bir alay mı içeriyor Lakis?"
"Nasıl düşünmek istersen," derken dişlerimi göstererek sırıttım. Ancak bu havalı ve karizmatik sırıtışım, ön dişlerimden birisi geç çıktığı ve şu anda bir dişim olmadığı için sadece dişçiye gidildiğinde çekilen fotoğraflarda zorla gülümseyen çocuklar gibi görünüyordu.
Anora, omzuna gelen saçlarını arkaya atarken 'hmph'ladı. "Senin aksine ben Hogwarts'ta iyi bir öğrenci olmak istiyorum. O yüzden çalışmam lazım."
"Oh." derken anlayışlı bir şekilde başımı salladım. "Tabii, sen benim gibi dâhi olmadığın için daha fazla çalışman gerek. Ben derste dinlediğim anda her şeyi anlıyorum ve daha fazla çalışmama gerek kalmıyor."
Bazen... Bazen küçük kız kardeşimin acı bir şekilde benden aptal olduğunu unutuyordum.
"Lakis." dedi Anora, elindeki kitabı gürültüyle kapatırken bana ters ters baktı. "Ölmek mi istiyorsun?"
"Daha büyü bile yapamayan birisi mi söylüyor bunu bana?" derken kaşlarımı kaldırdım alayla. Anora, kendisine söylenen sözlerle beraber sinirden kızarmaya başlarken ayağa kalktı ve bana doğru gelip önümde durdu.
"Anneme Hogwarts'ta çocuklara zorbalık yaptığını söyleyeyim mi?" diye fısıldadı. Yüzüm, onun dedikleriyle değişirken o, benim ifademi görerek memnun bir şekilde devam etti konuşmaya. "Sana laf atanı kenara çekip lanetlediğini söylersem annem sence bana mı inanır sana mı?"
Kahretsin. Daha çocukluğumu yaşayamadan ev hapsine maruz kalacaktım.
"Anora..." derken benden kısa olan kardeşimin saçlarını özgürce karıştırdım ve babacan bir gülümsemeyle (hiç değilse ben öyle düşünüyordum) konuştum: "Dünya senin gibi bir dâhiyi içinde barındırdığı için çok mutlu, biliyor musun? Geçen Merlin bile mezarından kalkıp bana kız kardeşimin harika olduğunu söyledi, Muggle Başbakanı seçmelerinde aday gösterirsek senin kazanacağını rivayet etti..."
Anora'nın bana bıkkın bir bakış attığını gördüğümde, kaşlarımı çatarak sözlerimi yarıda kestim. "Ne? Beğenmedin mi?"
"Nasıl diğer öğrenciler tarafından dâhi olarak görüldüğünü sorguluyorum." dedi Anora ve ekledi. "Başbakan olmam için ilk başta reşit olup Muggle okullarını bitirmem lazım, aptal. Bunları bile bilmiyorsun."
"On bir yaşındasın." dedim, tane tane. "Bunu biliyor olman daha garip değil mi?"
"Biraz ufkunu açmalısın, abi." Elliot, rubik küpünü koltuğun yanına koyarken bana gözlerini devirdi. "Ben bile biliyorum. Amerika Yasalarını saymamı ister misin?"
Elliot'un sözleriyle beraber diyeceğim her kelime boğazıma dizilirken, iki kardeşime inançsız bir şekilde baktım.
Ben sadece onlarla süpürgeye binebileceğim normal bir aile istiyordum. Neden her biri Einstein kılıklı kardeşlere sahiptim?!
▁▁▁
böyle böyle kısa bölüm
olacak bb
ŞİMDİ OKUDUĞUN
look what you've done, wizarding world.
Fanfictionhouse of evers. içerisi ıvır zıvırla dolu