BÖLÜM 2

88 7 0
                                    

Hatırlıyorum da çocukken mahallenin bütün çocukları evden çıkmıyorum, onlara katılmıyorum diye beni hasta sanıyorlardı. Annemler üzerime o kadar titrerdi ki koşup hastalanmamdan, yaralanmamdan, çocuklarla anlaşamama ihtimalinden çok korlarlardı. Tek arkadaşım annemdi. Oyunlarımı onunla oynardım. Bu yüzden hiç yaramazlık anım yoktur mesela. Yaşıtlarım cam çerçeve indirirken ben evde ders çalışır, resim yapardım. Ama anneme şuan hiç kızmıyorum. Çocukluğumu yaşayamadım diye de üzülmüyorum. O anneydi ve çocuğunu böyle büyütmek istedi.
Sünbül teyze de annemin aksine Bekiri o kadar serbest büyüttü ki. Okulda çok yaramazdı mesela. Her gün şikayet, her gün kavga sebebiyle Sünbül teyze okula çağrılırdı. Babasının durumundan sonra ise Bekir tamamen duruldu. Okumamasına çok üzüldü annesi başta ama o hakkında söylenen her şeyin aksini ispat etti. Annesi şimdi gurur duyar oğlunun azmiyle.

Beni şok eden Sünbül teyzenin sorusu değildi. Onun ima ettiği şeyin imkansız olmasıydı. Bekirin susması bir cevap mı bilmiyorum ama o kadar imkansız geliyor ki. Çocukken bile evlerimiz yakın, annelerimiz dost olsa da biz hiç samimi olmadık. Ben dışarı çıkmazdım, o da arkadaşlarından fırsat bulamazdı. Ergenliğimizdeki bakışlarını anımsıyorum. Bana bakışlarında bir şeyler vardı ama bunun aşk olduğunu hiç sanmıyorum. Sanki onun ulaşamayacağı bir yerdeydim. İmrenmek demeyelim haşa ama, sanki çok uzaktım ona. O zamanlar utangaçlığına verirdim ama büyüyüp yirmilerimizi geçtiğimizde de hiç samimiyet kurmadı benimle. Onun daima içekapanık, mutsuz olmasından dolayı ben de yaklaşmaya cesaret edemezdim. Sünbül teyze bize her geldiğinde anneme oğlunun ne kadar sessiz, mutsuz olduğundan bahseder ağlardı. "Bu oğlanın bir derdi var Valide. İçi yanıyor çocuğun. Anneyim ben anlarım" derdi.
Evlilik. Birini sevemediğini iddia eden benim için çok büyük bir adım olurdu. Hatta altında kalkamayacağım desek daha doğru olur. Korkuyordum belki de annemin, babamın el bebek gül bebek büyüttüğü ben başkası ağır bir laf eder, canımı yakar diye. Bekirle evlenmek düşüncesinin o kadar da korkutmaması beni daha da dehşete düşürdü. İyi adamdı o. Güzel adamdı. Sorumluluk sahibi, dürüst, çalışkan, ailesine önem veren birisi bu olay yaşanmadan nasıl biriyle evlenmek istiyorsun diye sorulsaydı o soruya verdiğim cevap olurdu. Ama iş ciddi konuşulunca insan kalakalıyor.
Pilavı Sünbül teyzenin eline tutuşturmam, bir şeyler zırvalayıp eve koşmam saniyeler sürdü. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki bir an kalp krizi geçirdiğimi zanettim. Eve gelir gelmez odama kapandım yatağıma kuruldum başımı ellerimin arasına aldım. Bu ihtimal neden korkutmuyordu beni? Bir şey mi hissediyordum ona karşı? Neden şimdiye kadar iğne ucu kadar bile bir his uyandırmadı içimde?Şimdi neden? Ne oldu?
***
Sabahı zor ettim. Uyumaya çalıştığım anlarda da rüyamda Bekiri gördüm durdum. Yine aynı bakışlarla mahzun bir şekilde bana bakıyordu. Allahım...
Bir şekilde hazırlanıp işe gittim. Başta odaklanma sorunu yaşasam da dikkatimi toparladım öğle yemeğine kadar bugünlük işimin çoğunu hallettim. Abarttığımın farkındaydım hem olayı, hem de işi tek hamlede hızlıca yapmayı ama kendime engel olamıyordum. Sanki durursam çok farklı şeyler düşünecektim. Öğle yemeğinde asistanımla gelecek haftanın önemli konularını konuştuğumuz için yine o olaydan kafamı uzak tuta bildim. Ama biliyordum mahalleye yaklaştığım an yine düşünceler, ihtimaller beynime üşüşecekti. Çıkış saatinden 1 saat önce CEO-muz acil toplantı düzenleyeceğini, hepimizin katılmasını rica ettiğini maille bildirdi. Toparlanıp toplantıya katıldım. Ender hanım toplantı sonrası benim kalmamı rica ettiğinde çok şaşırmıştım. Hatta bir yemekli organizasyon düzenlemem gerektiğini söylediğinde daha çok şaşırdım. Olması gerekenleri, önemli detayları anlattığında da şoktan olsa gerek odaklanamadım başta. Ama daha sonra maille hepsini bana göndereceğini söylediğinde rahatladım. Dünden daha çok şaşırmış bir vaziyette mahalleye sürerken düşüncelerim Bekir ve organizasyon arasında mekik dokuyordu. Daha sonra kafamın üzerinde bir ampül yandı. Neden organizasyonu Bekirin restoranında yapmıyorduk? Onunla konuşmam, bana olan hislerini anlamam lazımdı. Buna mecbur hisediyordum kendimi.
Nihayet eve vardığımda planımı belirlemiş olmamın verdiği rahatlıkla topuklular hakkında ilk defa şikayetlenmeden bahçeye girdim. Bekir restoranın kapanma saatine kadar orda olduğu için eve hep geç saatlerde dönüyordu. Yarın iş çıkışı yanına gitmeyi kafama koymuştum. Belki yanlıştı yaptığım şey, belki akışına bırakmalıydım ama içime öyle bir kurt düşmüştü ki rahat olamıyordum birtürlü. Bu işin aslını öğrenmem gerekirdi. Hem ona yakın olunca kendimin de ne hisedeceğimi merak ediyordum. Kalbim yine öyle hızlı atacak mıydı, ben yine onunla evlenmeyi düşünerek eve aklı bulanık dönecek miydim?
***
Restoranın önünde heyecandan derin nefesler alarak arabada oturuyordum. Oysa dün o kadar mantıklı gelmişti ki bu fikir. Şimdi böyle arafta kalmam hiç normal değildi. Sonuncu defa derin nefes alarak arabadan indim. Restoranın görünüşü o kadar iyiydi ki hiç değilse bu yönden kararımın doğru olması adımlarımı daha sağlam atmamı sağladı.
Kalabalıktı. Bekiri öylece çağırtmamın çok kaba olacağını düşündüğümden pencere kenarında iki kişilik masalardan birinde oturdum. Eşyalarımı yanıma bıraktıkdan sonra önce siyah elbisemin eteğini, sonra da kızıl saçlarımı düzelttim. Masanın üzerine koyduğum ellerimin titrediğini farkettiğimde kendime okkalı bir tokat atmak istedim. Noluyor allasen? Kendine gel. 26 yaşındasın sen! Liseli aşıklar gibi titreme.
Yanıma gelen garsona demli bir çay istediğimi söyledim. Bekiri sorup sormamak arasında gidip gelsem de beklemeli olduğuma karar verip sustum.
Bir kaç defa gelmeme rağmen her geldiğimde buranın havası beni ayrı etkilerdi. Salaş bir havası olsa da eşyaların özenle seçildiği, zevk sahibi birinin elinden çıktığı çok belliydi. Babası marangoz olan Bekir eşya seçmekte, tasarlamakta da başarılıydı adeta. Belki de yanılıyorum ama burdakı her şey ondan bir iz taşıyordu sanki.
Garsonun önüme bıraktığı çayla teşekkür ettim, etrafı izleyen bakışlarımı masaya sabitledim. Çok heyecanlıydım. Umarım saçma sapan konuşup kendimi mahcup etmezdim. Çayımdan ilk yudumumu alacaktım ki arka taraftan gelen Bekirle duraksadım. Beni farketmemişti. Öyle özgüvenli yürüyordu ki mahallede evden kaçar gibi çıkan Bekirle bu Bekir arasında dağlar kadar fark vardı. Her zamanki beyaz gömleği ütülüydü. Siyah pantolonla çok sıradan bir görüntü yaratması gerekirken o kadar karizmatik görünüyordu ki. Geniş omuzları, kirli sakalı, daha önce gördüğüm ama beni etkilemeyen her detayı şimdi içimi eritiyordu adeta.
Göz göze geldiğimizde bir iki saniye duraksadı ama emin adımlarımla masaya doğru yaklaştı. Yüzümü, saçlarımı süzdükten sonra nihayet sessizliği bozdu.
"Hoş geldin."
"Hoş buldum Bekir."
Sandalyeni kendine çekerek oturdu. Bakışları öyle koyuydu ki hem her şeyi anlatıyor, hem de hiç bir sır vermiyordu. Bir an bütün bunları boşvermek, sıkı sıkı sarılmak istedim ona. Bir şey hisetmiyorsa bile bize bir şans vermesini istedim. O kadar istedim ki hatta bu kadar zaman onu farketmediğime, bu kadar kör olmama lanetler ettim. Böyle hisler öylesine yaranmazdı değil mi? Bu adamın öyle bir büyüsü vardı ki gözlerimi bile kırpmak istemiyordum. Her detayıyla, her kusuruyla aklıma kazımak istiyordum o sert çehresini. Çok dikkatli izlediğimi farkedip boğazımı temizledim.
"Her geldiğimde daha da güzelleşiyor burası. Eşyalar aynı belki ama havası, ruhu değişiyor."
Beni izleyen dikkatli bakışları bu sefer çevremize öylesine değdi. Çenesini, sakalındaki hafif beyazları bütün gün bıkmadan izleyebilirdim. Ben onu öylesine bütün gün izleyebilirdim.
"Nevzat baba emekli olduğundan beri ben o ruhu hisedemez oldum. Sanki onun yokluğunda daha boş görünüyor."
Nevzat baba dediği buranın önceki sahibiydi. Bekir onun yanında garson olarak işe başlamıştı ama kısa sürede Nevzat beyle baba oğul gibi olmuşlar. Bekir bir müddet sonra ortağı olmuş buranın, Nevzat bey emekli olmak istediğini söylediğinde de tamamen ona devretmiş. Bekir her zaman ondan minnetle bahseder.
"Sahi o nasıl? Emeklilik zor gelmiştir o kadar yıl çalıştıktan sonra. Babamdan biliyorum."
Hafif tebessüm edince kalbim öyle bir atmaya başladı ki. Bekir duyacak diye arka arkaya yutkundum.
"İyi ihtiyar. Her gittiğimde, aradığımda Gülcan teyzeyi şikayet ediyor bana. Bırakmıyor beni diye. İyi de yapıyor aslında. Gelse bir dakika bile durmaz. Yorulur bir köşede uyuklamaya başlar."
Bu sefer ben gülümsedim söylediğiyle. Bu sefer onun bakışları benim dudaklarımda kitlendi kaldı. Onun da kalbinin benimki gibi hızlı attığını öğrenmek istiyordum. Kafamı göğsüne koyup o güzel kokusunu içime çekmek, kalp atışını ninni gibi dinleyerek uyumak istiyordum kollarının arasında. Bu hisse bayılmıştım. Bana yaptığı her neyse buna bayılmıştım.
Boğazımı temizledim. Gözlerini gözlerime sabitledi. Yine çok derin bakıyordu.
"Ben aslında sana bir iş teklifinde bulunmak için geldim." Kaşlarını çattı söylediğimle. Haklıydı. Her zaman mesafeli olan komşu kızı bir anda iş teklifi yapmak için karşısında beliriyordu.
"İş teklifi?"
"Evet. Şöyle ki, bizim şirketin önemli bir organizasyonu var 14 ağustosta. CEO-muz benim düzenlememi rica etti. Ben de senin restoranın çok uygun olur diye düşündüm. Eğer onaylarsan burada yapmak istiyorum."
Çenesini kaşıdı gerginlikle. Bir an çok mu garip bir teklifte bulundum diye düşündüm. Yok canım karlı bir iş teklif ediyordum.
"Kaş kişilik bir organizasyon?"
"Üst düzey yöneticilerin olduğu 20 kişilik bir organizasyon. Menü, diğer detaylar henüz belli değil. Bu yüzden şimdilik senden olumlu ve ya olumsuz bir cevap beklemiyorum. Sadece buranın en uygun yer olabileceğini düşündüm. Menü belli olunca seni şirketde ağırlamak isterim. Ender hanımla diğer detayları da konuşmak lazım."
Ben heyecanlı bir şekilde tüfek gibi konuşurken kafasını hafif eğmiş sanki dünyanın en önemli şeylerinden bahsediyormuşum gibi dinliyordu. Bir an duraksadım. Bu bakışlara alışık değildim. Gözleri dudaklarım ve heyecandan parladığına emin olduğum mavi gözlerim arasında gidip geliyordu. Dudaklarımı yalama ihtiyacı hissettim. Bakışları dudaklarıma kayınca da bu sefer kuvvetli bir şekilde yutkundum. Bakma öyle her an öpecek gibi. Bakma yoksa ben önce davranırım diye bağırmak istiyordum. Öpsem mi acaba?
"Tamam. Sen istiyorsan, bu kadar hevesliysen seve seve yaparız."
Kızarıyordum. Flört mü etmeye çalışıyordu benimle? Kalbimin sesini artık duyamıyordum. Hızlı atmaktan yoruldu, bitap düştü zaar.
"İlk defa böyle bir sorumluluk başka birine veriliyor. Çok gerginim. Yanlış bir şey yapmaktan, mahcup olmaktan korkuyorum."
"Sen her şeyde olduğu gibi bunda da çok başarılı olacaksın. Ben inanıyorum sana." İçten söylediği belliydi. Bir nebze şüphelenmedim samimiyetinden. Otyrduğum sandalyede bir az daha dikleştim.
Minnettar bir gülümseme sundum ona. Ya gülümseyecektim ya da kalkıp sarılacaktım.
"Teşekkür ederim. Bunu bana hep hatırlar, olur mu ? Çünki şuan kendimi hiç olmadığım kadar özgüvensiz hissediyorum." İlk defa birine  zayıflığımı gösteriyordum. Ben ağlamazdım kimsenin önünde. Yüzümü duvar kadar hissiz yapar, ne gücendiğimi belli eder, ne sinirlendiğimi hissettirirdim. Ama ona karşı çıplaktı ruhum. Şuan 'gerçek niyetin ne' diye sorsa açık açık seni istiyorum, bu hislerin daha çoğunu yaşamak istiyorum diye bilirdim.
"Sakin ol Güneş. Mükemmel olacak. Her detayıyla ilgileneceğiz. Düşlediğinin ötesinde olacak hatta."
Gülümsemeye çalıştım. Sen yanımda ol da her şey mükemmel olur zaten diyemedim.
"Tiramisu ister misin? Nazan abla harika yapar. Geçen geldiğinde denememiştin." Hafızasının keskinliği umarım sırf bana özeldir.
"Yok gideyim ben. Teşekkür ederim. Daha çok geleceğim hem. Yerim o zaman." Daha fazla burada durursam sarılacaktım, öpecektim. Ne yapayım temas insanıydım ben. Bedenine oranla daha ince olan beline sarılmak şuan acayip cazip geliyordu. Bunu faaliyyete dökmemek için kendimi nasıl tuttuğumu bir ben, bir allah bilir.

MÜBTEDİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin