don't leave me

597 42 21
                                    

jisung,

sen bu mektubu okurken ben çok uzaklarda olacağım klişesiyle başlamak istemezdim ama gerçekten de uzaklarda olacağım, çünkü bana başka bir seçenek bırakmadın. uzun bir mektup yazmama gerek olduğunu düşünmüyorum. bana artık ulaşamayacağın bir yere gidiyorum, bu kadarını bilsen yeterli olacaktır. ulaşabileceğin bir yakınlıkta olmak canımı katlanamayacağım derecede acıtmaya başladı çünkü.

kendine iyi bak.

seungmin.

not: pencerene bir şey bıraktım, kontrol et.

*

kahverengi saçlı genç, kapıda dikilen bedene bakarken altı yıldır noktasından virgülüne hafızasında canlı kalan veda mektubunun zihninde yankılanmasına engel olamıyordu. ne yapacağını, ne diyeceğini bilemeyerek dudaklarını aralasa da sözcükleri kilitli kapılar ardında gibiydi, yıllardır görmediği en yakın arkadaşını beklenmedik bir anda karşısında bulmak yüzüne çarpan bir bardak buzlu sudan daha şok edici bir etki yaratmıştı jisung'da. seungmin'in de ondan pek farklı olmadığını söylemek yalan olmazdı, zira geri dönmeyeceğine dair kendine ettiği bütün yeminleri bozduğunun, ancak diğerini karşısında kanlı canlı bir biçimde görünce farkına varabilmişti. gözleri, gelecek gözyaşlarının habercisi olan ince bir sızıyla yanmaya başladığında çenesini kastı ağlamamak için. tanrıya şükür ki o anda gelenin kim olduğunu merak eden arkadaşları kapıya üşüşerek bu tuhaf anı bozmuş, seungmin'in de jisung'un karşısında ağlamaya başlamasına engel olmuşlardı.

"jisung, kim gel- seungmin?" changbin, uzun zaman sonra küçük olanı görmüş olmanın mutluluğuyla kendini tutamayıp arkadaşının boynuna atladı hızla, gözlerinden mutluluk gözyaşları akıyordu. "gelmeyeceğini sanıyordum!"

seungmin, changbin'in duyacağını bilse de mırıldanmaktan kendini alamamıştı. "ben de öyle sanıyordum."

kendisini içeri çekiştiren arkadaşına karşı koymadı, salona geçtiklerinde evde tabiri caizse bir şenlik havası vardı. çocuklar da yalnızca görüntülü aramalarda gördükleri gencin çevresini sarmışlardı. doğum günü çocuğu olan minhyeon ise aralarından en mutlu olanıydı, seungmin'in sırf onun doğum günü için geldiğini böbürlene böbürlene tekrarlayıp duruyordu, eh, yalan da sayılmazdı. yalnızca minikleri ve arkadaşlarını çok özlemiş, buna dayanamadığı için minhyeon'un doğum gününü de kendine bahane olarak kullanıp bir günlüğüne kore'ye dönmüştü işte. gelirken buraya dönmesinin jisung'la yeniden karşılaşması anlamına geldiğini biliyor olsa da bu düşünceyi zihninden uzaklaştırmanın bir yolunu bulmuştu kendince, ta ki kapıda karşılaştıkları ana kadar.

sevgi şöleni biraz olsun durulduğunda, bakışları birkaç adım ötesinde kararsızca dikilen bedeni buldu. dudakları belli belirsiz, buruk bir gülümseme ile yukarı kıvrıldığında jisung bunu olumlu bir işaret olarak algılamış olacaktı ki, seungmin'e doğru bir adım atıp aralarındaki mesafeyi kapattı ancak hala nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu. kuru bir hoş geldin yeterli olur muydu? sarılmalı mıydı, önceden hep sinir etmek için yaptığı gibi sulu sulu yanağından öpse gencin tepkisi ne olurdu? bu tereddütler içinde en mantıklısı olacağını düşünerek sağ elini uzattı arkadaşına, bakışları yerdeydi.

"hoş geldin."

seungmin'in elinin elini kavradığını hissetti, hemen ardından bedeni öne doğru savruldu. kendini diğerinin kollarının arasında bulduğunda ancak anlayabilmişti sarıldıklarını. seungmin kendini tutamadığı için içten içe küfürler ederken dışından yalnızca sertçe yutkunmakla yetindi, altı yılın sonunda aşık olduğu adamın kollarında olmak onu tahmin ettiğinden çok daha fazla sarsmıştı. "anlaşma mı yapıyoruz aptal, el sıkışmak ne?" zorlukla kelimeleri toparlayabildiğinde en azından konuşabildiği için tanrıya şükretti, gerginliği yumuşatmak adına beceriksizce de olsa kıkırdamıştı.

selfishHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin