Grace Radiant

64 17 2
                                    

Geçen kasvetli günlerin ardından havanın açması göklerden inen bir lütuf gibi geliyordu Grace'e. Dağda fazla kalmamışlar, sabah gök yeni yeni aydınlanırken dört çekere atlayıp, on altı gün sürecek, varış noktası belirsiz bu yolculuğu başlatmışlardı.

Grace arabayı evi gibi hissetmekten alıkoyamadı kendini. Ölümün soğuk elleri annesinin bedenini kavrayıp kadını hayattan çekip aldığında bir yerleri ev bellemek imkânsız hale gelmişti onun için. Fakat içinde bulunduğu bir avuç günde ölümle defalarca burun buruna geldiği bu koltukları hiç rahat olmayan, kapısı delikli ve buram buram ucuz araba parfümü kokan eski püskü bir cip evi oluvermişti. Hayatın gerçekten de garip bir espri anlayışı vardı anlaşılan.

Direniş, onlar ayrılmadan önce birkaç yeni oyuncak verecek kadar nazik davranmıştı üçüne de. Aiguille du Chardonnet arkalarında gittikçe ufalırken kalkanı dirseğine kadar gelen bir bileklikten ibaret duruyordu. Avucunun içindeki pimi çektiğindeyse yaylı mekanizma tam bir kalkana dönüştürüyordu bilekliği. Gevşemiş deri kayışlarını sıktı iyice. Eğer kehanet gerçekse, ki Johan gibi bir beladan onları kurtaran altmış yaşında bir kadın iki kere iki seksen beş ediyor dese de inanırdı, başlarına açılacak tonla musibetle aralarındaki engel bu metal parçası olacaktı.

"Nereye gideceğimizi biliyor muyuz?" diye sordu D1506 yazan bir tabelanın yanından geçerken.

"Bilmiyoruz, elimizdeki tek şey aptal bir kehanet, ki eğer anlamadıysan söyleyeyim, pek fazla şey anlatmıyor."

Camille dikiz aynasından arka koltuktaki Aaron'a baktı. "Delphine er ya da geç çözeceğimizi biliyor Aaron. Bize bu kadarını söylemesinin bir sebebi olmalı."

"Pek geç olmasa iyi olur," diye mırıldandı Aaron. "Pek zamanımın olduğu söylenemez."

Bir an için Aaron'un öldüğünü düşündü Grace. Arabanın ev olduğu kadar, kedi köpek gibi didişen bu ikisi de ailesi olmuştu. Son yıllarda hep kendi arkasını kollaması gerekmişti, her an tetikte olmak zorundaydı ve bu durum çok çabuk demode olmuştu. Birinin onun kıçını kollamasına kolayca alışılabilir bir artı olmuştu. Belki aile kavramı şu anki durum için çok derindi ama hiç değilse suç ortağı olabilirlerdi. Fakat kusursuz suç diye bir şey yoktu ve bu suçun kusuru da ciddi anlamda az zamanı kalmış arkadaşıydı. İşin kötü yanıysa onu hayatta tutmaları için görünen tek yol kehanetteki tanrıçaydı ve kehanete göre kadının şu anda kendine hayrı yoktu.

Fakat düşüncelerden hızlıca sıyrıldı Grace ve kendine bir söz verdi; ekibin tamamını hayatta tutmak için elinden geleni yapacaktı.

"Neşelen tarikat çocuk, seni hayatta tutacağız. Hem unuttun mu, bir tanrıçadan bahsediyor kehanet, bir şeyleri o çözebilir."

Sözünü tutabilmeyi ve şu tanrıça ya da her ne zıkkımsa onun gerçekten bir hatlar başarabilmesini umdu. İkinci bir aileyi daha kaybetmeyi göze alamazdı.

Nispeten daha kalabalık olan E25'e geldiklerinde hava biraz daha ısınmıştı. Açlıktan ölüyor gibiydi Grace. İyi bir yemek için nelerini vermezdi.

"Yemeğimiz var mı?"

Camille ona bayık bayık baktı. "Tanrım, bebek bakıcılığı yapıyorum."

"Aslında," dedi Aaron. "Bir yemek molasına hayır demem. Zaten nereye gittiğimizi bilmiyoruz ve aç karnına düşünemediğimiz çok belli."

"Peki o halde. On dakika mesafede bir restoran var. Oyalanmasak iyi olur." İç geçirirken gazı kökledi Camille.

Güneş ufuktan yükselip günü daha da aydınlatırken saat sabahın yedi buçuğu olmuştu. Arabayı park edip girişinin üstünde Osmose yazan restorana ilerlediler. Ufak, bununla birlikte günün bu saatinde oldukça boş bir restorandı.

Direniş Serisi: PiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin