"Şekil verecek malzeme kalmamış Hoseok." Dükkanın alt katındaydık. Yoongi bir şeyler ararken ben de yapılan süslere bakıyordum. Hepsi çok güzeldi. "Boyanmamışları boyasak olur mu?" Dedim elime aldığım süs eşyasını göstererek. "Olur." Yoongi masaya boyanmamışları dizmeye başlamış, ben de sandalye aramaya koyulmuştum. Yere oturarak yapacak değildik ya.
"Sandalye dolabın yanında. Ağır değil." Ağır olsaydı taşımama izin vermezdi zaten. "Buranın bence biraz bakıma ihtiyacı var. Duvarda ki boyalar hep kirle kaplanmış. Yerler pisliklerle dolu." Boyaları önüme alarak yıldız şeklindeki süse baktım. Bunu boyamak biraz zahmetli olacaktı. Üstünde farklı farklı desenler vardı. "En yakın zamanda bakımını yapacağım. Şu an bunun için biraz para biriktiriyorum."
"O zaman dükkanı açsana. Müşteriler kapalı sanacak ve gelmeyecek." Dediğimde gözlerini benim gözlerimle buluşturdu. "Zaten kapalıyız Hoseok. Sen ve ben varken kimsenin rahatsız etmesini istemiyorum. Bir gün kapalı olsa bir şey olmaz." Of beni anlamıyordu!
"Biz bunları boyayalım. Sonra da dükkanı açalım. Nasıl fikir?" Oturduğum sandalyemi tutup kendine çekti. "Neden dükkanı açmaya bu kadar meraklısın?" Dedi. Bu kadar yakın olmamız kalbimi hızlandırmıştı. "Benim yüzümden satış yapamayacaksın. Bu yüzden kötü hissediyorum."
"Tamam açarım dükkanı ama sürekli ne zaman açacağız diye sormayacaksan açacağım." Mecbur kabul edecektim. "Sormayacağım söz ver-ya da veremem ben. Evet veremem." Çok sesli olmayan bir kahkaha attı. Onu güldürmeyi seviyordum ama şu an ona hayran olmuş bir şekilde bakamazdım. "Gülme." Kollarımı birbirine bağladım. Beni sinir etmeye bayılıyordu. "Sen de güldürme o zaman."
"Ben seni güldürmüyorum. Sen kendin gülüyorsun." Dudaklarımı birkaç kez öpmesine rağmen tepki vermemeye çalışmıştım. Hormonlarımın istediğini şu an gerçekleştiremezdim. "Koca bir bebeksin." Dedi. "Ben bebek değilim." Elimi tutup öptü. "Sen benim bebeğimsin." Yani şimdi bunu da reddedemezdim. Benimle ilgileniyordu. Çok ilgileniyordu ama ben doyumsuz birine dönüşüyordum. Bu korkunçtu.
"Tamam tamam. Hadi boyayalım." Utandığımı belli etmemek için kafamı biraz eğmiştim. Yanaklarım anında domates gibi kıpkırmızı oluyordu. Eğer o bunu görürse üstüme biraz daha gelebilirdi.
"Şu şemsiye desenli süsler çocuklar için mi?" Başını kaldırıp gösterdiklerime baktı. "Bilmiyorum. Onu bir kadın sipariş verdi. Pembe, yeşil ve turuncu renklerinde olmasını istedi. Onun haricinde başka renkler sakın boyama." Bu renkleri aklımda tutmalıydım. Hem de çok dikkat etmeliydim. "İstersen onları sen boya. Ben şimdi yanlış bir şey yaparım."
"Hayır. Ben sana güveniyorum. Benden daha güzel boyayacaksın onu." Dedi. Mutlu oluyordum. Toplam 6 tane vardı. Yani her renkten 2 tane olacak demekti bu. O zaman önce pembeden başlamalıydım. "Bu işler çok zahmetliymiş." Boya yapmayı severdim ama sürekli yapmakta beni sıkardı. Mesela şimdiden sıkılmıştım ama belli etmeyecektim. "Evet öyledir. Çok yoruluyoruz ama en azından emeğimizin karşılığını alarak mutlu oluruz."
Pembeleri bitirip turuncuya geçmiştim. Özenle yapıyordum. Umarım sipariş veren kadında beğenir. "Bu şemsiyeler bitti. Bir baksana." Boyadığı vazoyu bırakıp benim boyadıklarıma baktı. "Çok güzel olmuş. Sıradakine geçebilirsin." Gözüme kestirdiğim kelebeği aldım.
"Bu süslemelerden bebeğimize de yapar mıyız?" Boyalı elimi karnıma koydum. Kirlenmesi umurumda değildi. "Yaparız. Ona en güzellerini yaparız. Buradakiler hiç güzel değil. Daha iyilerini yapacağız o yüzden." Yüzümdeki gülümseme giderek büyüyordu. "Doktor kontrolü ne zamandı? Unutmuşum." Dedi. "Daha var. Yaklaşınca söylerim." Ben de pek hatırlamıyordum açıkçası. Genellikle not alıyordum.