Bir kış akşamıydı. Sessiz bir şekilde gözlerini uzaklarda gezdirerek buraya ne zaman, nasıl ve niçin geldiğini düşünüyordu. Acaba hayatında daha nice farklı olaylar zinciri gelişecekti. Bu düşünceleri sabahtan beri aklına getiren ve onu büsbütün hüzne boğan şey neydi?
Neden geleceğin hayalini kurmak dururken, geçmişine dönüp dönüp bakıyordu?Geçmişinde onu bu kadar hüzne boğan şey neydi ki tekrar tekrar aklına geliyordu. Acaba geçmişi ile geleceği arasında kalıp, hesaplarını veremeyeceğini düşünüp intihara kalkışır mıydı? Ruhunda bir boşluk hissediyordu ve odanın içinde bir o yana bir bu yana gelip gidiyordu. Ruhundaki med dü cezrin neden olduğunu bulmalıydı ve geçmişinden bir an önce kurtulmalıydı.
Ama hayır... Geçmişinden kurtulamayacagini hatırladı ve buraya tekrar neden geldiğini düşündü. O da her insan gibi geceleri neden rahat uyuyamıyordu yoksa diğer insanlarda mı geceleri rahat uyuyamıyordu?O an aklına Özdemir ASAF'tan şu söz geldi: "Söylenemiyor çok şey susmadan ."Özdemir ASAF'ta onun ruh hali içerisindeydi ki dertlerini susmadan söyleyemeyeceğini savunuyordu. Yüzüne hafifçe bir gülümseme yerleşti. Demek ki tüm dertler içindeydi, ruhundaki dertleri çözebilmek için ruha girilmesi gerektiğini biliyordu. Âmâ nasıl...İşte zor olan bu. Bir yolunu bulmalıydı ruhuna girmenin. Şimdi o hangi taraftaydı. Var olmak duygusu mu yoksa yok olmak duygusu mu baskındı şimdi? Bir intihar meylinde olduğunu hissetti ve ürperdi. Çünkü bu Peyami SAFA'nın dip zıtlık prensibindeki yok olmak duygusunun uç noktasıydı. İçinde ya sanatkâr ya da yok olmayı düşünen bir ruh yapısı vardı. Kendisini ipin ucundaki bir cambaz gibi gördü. Ya iyi tarafa düşecek ve kurtulacak veyahut kötü tarafa düşüp intihar edecek. Sonra aklına geldi... O neden ve niye buradaydı? Bir türlü cevaplayamadığı soruların altında ezilmekten korktu. Şimdi ruhunda müthişhelecanlar vardı. Bedeni fena halde eziliyordu sanki. Bu asrın en büyük ve tehlikeli hastalığın psikolojik depresiflik olduğunu öğrenmişti. Acaba kendi de böyle bir hastalığa mı yakalanmıştı? Sanki bütün evren kafasının içine sıkışıp kalmıştı. Neden böyle oluyordu? Bir an önce kendine bir çare bulmalıydı. Geçmişinden kurtulamazdı, geleceği düşünmek şu an yersizdi. O zaman tek ihtimal kalıyor geriye. Ruhuna çabucak girmek. Masanın üzerindeki Wilhelm SCHMİD e ait olan "mutsuz olmak" adlı kitabı aldı. Fakat o da bugün ona manasız geliyordu. Üstelik yardımı da dokunmuyordu. Sonra gözü yine masada duran sigaraya ilişti. Fakat onu da canı istemiyordu. Tek istediği ruhuna girebilmek. Âmâ nasıl? Sahi o buraya neden ve niçin gelmişti? Nedenini bir türlü bilemediği sorular tekrar tekrar aklına geliyordu. Yoksa aklının bir ihaneti miydi ona? Bilinçaltı ona oyunlar oynamışolabilirdi. Aklının bir köşesinde kalmışsorular şimdi nüksetmişti belki. Ya da insanlara sormak istediği soruları soruyordu kendine. Düşünmekten epeyce yorulmuştu. Hem gözleri de açık durmamakta direniyordu. Bedeni yavaş yavaş uykuya dalıyorken, aniden bir soru geldi aklına:
O neden ve niçin buradaydı...
aşk-ı lâl