Dünyanın neresinde olursanız olun ya da ister çok önemli ister çok önemsiz biri olun, ne olursa olsun içinizde bir üzüm bağı yetişir.
İçinizdeki bu üzüm bağı, ya yeşererek mükemmel üzümler verir ya da karararak tüm vücudunuza garip şeyler salgılar.
Üzüm üzüme baka baka kararır, derler. İşte içinizde ki bu üzümler karararak vücudunuza ya nefret ya da aşk salgılar. Garip bir şeydir aslında bu. Yani, herkes içindeki üzüm bağının mükemmel olmasını ister değil mi? Yeşil, yemyeşil ve parlak olmasını. Ancak işte bu iki garip duygu yüzünden, üzüm bağınız kararır. Kara, kapkara ve mat olur.
İşte bu yüzdendir ki içinizdeki üzüm bağına dikkat edin, zira kara, kapkara ve mat olan üzümlere sahip olursunuz.
İçimde kara, kapkara ve mat olan bir bağ yetişiyor. Anlayamıyorum da, vücudumun hangi duyguya ev sahipliğini yaptığını.
Yine de o kara üzümleri seviyorum. Uğruna, üzüm bağımdan vazgeçecek kadar hem de.
-
Elimdeki valizi, oldukça ağır olduğundan dolayı yavaş yavaş sürerek koltukların birinin önünde durdum. Elimi, siyah saçlarıma götürüp onları geriye doğru ittim. Hava, yaz aylarından nefret edeceğiniz derecede sıcaktı ve biz bu sıcakta, havalimanında can çekişiyorduk.
Ellerimi belime koyup soluklanırken uzaktan, valizini yavaş yavaş sürerek gelen Sehun'u gördüm. Büyük ihtimal onu uçakta bırakıp gittiğime kızmıştı çünkü kaşları olabilecek en kötü derece de çatılıydı.
Evet bunu oldukça uzaktan bile görebiliyordum çünkü yetişkin bir Oh Sehun'la daha önce tanıştıysanız eğer, onun bütün huylarını ezbere biliyor olurdunuz. Evet, bu kadar mesafeden duygularını bilecek kadar hem de.
"Baekhyun, seni lanet olası!"
Yanıma gelip valizini bıraktı ve koltuklardan birine oturdu. Birkaç adım atarak yanından uzaklaştım. Ne olur ne olmazdı yani.
"Şuan o kadar yorgunum ki, sana kızacak gücü kendimde bulamıyorum." Ben derin bir nefes verip rahatlarken devam etti:
"Neyse, Jongdae ve Jongin bir şeyler almaya gittiler, acıkmayalım diye." Başımı salladım. "İyi düşünmüşler." Elimi karnıma götürdüm. Evet, üç pastayı üst üste gömecek kadar açtım şuan.
"İşte, geldiler." Arkamı dönüp ellerinde poşet olan ikiliye baktım. Yüzüme bir gülümseme otururken ellerindeki poşetlerden bir tanesini almıştım. Poşetin içindeki bir krakeri açıp koltuğa oturdum. Üçü de bana, paşama bak hele bakışlarını gönderince omzumu silktim. "Ne yapayım, açım."
Jongin büyük ihtimal sabır çekerek yanıma oturmuş ve krakerlerden bir tanesini ağzına atmıştı. "Şimdi," dedim yutkunurken. "Kasabaya taksiyle gideceğiz, değil mi?"
"Evet, bu sefer ben ödemem ama." Gözlerimi devirip Jongdae'ye baktım. "Cimri piç." Eliyle kafama bir şaplak atıp yanıma oturdu. "Lan cimri olsam bunları alır mıydım?" dedi poşetleri gösterip. Gözlerimi devirdim. "Hiç de güzel değiller zaten, hıh." Büyük ihtimal, söylediğimin ve eylemimin ironikliğine bakıp beni sorguluyordu. Beni sorgulamayı bırakmanız gerekir zira ben de aynısını yapalı çok oluyor.
Sehun iç çekerek üçümüzü de oturduğumuz yerden kaldırmak için ellerini uzattı. "Kaldırın o kıçınızı çünkü ben kasabama geç kalmak istemiyorum."
"Aman," dedi Jongade ayağa kalkıp poposunu ovuştururken. "Kaçmıyor kasaban."
"Tembellik etmeyin, haydi. Gidelim bir an önce."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Armudun İyisini Ben Yerim
Fanfiction"İçimde kara, kapkara ve mat olan bir bağ yetişiyor. Anlayamıyorum da vücudumun hangi duyguya ev sahipliğini yaptığını. Yine de o kara üzümleri seviyorum. Uğruna, üzüm bağımdan vazgeçecek kadar hem de." # pg-15 / 12.5k # [ Chanbaek Fest 2: SUMMER FE...