Zeus sinirliydi. Öfkeden gözü dönmüş, düşünceleri gittikçe canileşmişti. Onun insanlara yardım ederkenki niyeti demiri eritip silah üretmeyi öğrenmeleri değildi. Savaşıp birbirlerini öldürsünler diye değildi çabası. Nankör insanoğlu her zamanki gibi kötüye kullanmıştı kendilerine verilen nimetleri. Onları cezalandırmak için bir tufan çıkarttı. Büyük bir tufan... Dünyanın tozunu dumana katan bir felaket... Herkes korku doluydu. Tanrılar ve tanrıçalar yeryüzü sel altında kalmadan, dağlar denizlere katılmadan dünyadan kaçmış, terk etmişlerdi insanları Zeus'un gazabına. Fakat tek bir kişi kayıtsız kalamadı olanlara. Tanrıça Asteria... Asteria o kadar üzülüyordu ki insanlığın neredeyse yok oluşuna, gözyaşlarını dindiremez hale gelmişti. Ondan dökülen merhamet göz yaşları bir yıldız tozu gibi yeryüzüne yağdı ve toprağa düştü. Düştüğü yerden ise aster çiçekleri fışkırdı. İnsanlığa adeta bir umut olacak güzellikteki yıldız papatyalar, aster çiçekleri. Yunanca yıldız demektir aster. Yeryüzüne saçılmış bir sürü rengarenk yıldız.
Benim gözyaşlarım ise yeryüzünü değil bahçemi suladı. Bir yıldız da benim topraklarımda yeşerdi. Kırmızı bir çiçek açtı bahçemde. Ağlamaktan sabahları edemediğim şu karamsar mevsim aydınlanıverdi. Kızıl çiçek benim umudum oldu.
***
Sanırım burası onunla nasıl tanıştığımı, onun hayatıma nasıl dahil olduğunu anlatacağım kısım. Dürüst olmak gerekirse bu konuda hiç de iyi değilimdir. Öyle süslü cümleler kurmayı, masalsı betimlemeler yapmayı bilmem ben. Zaten böyle marifetlerim olsa da onu bütünüyle anlatamam size, benim kelimelerim ona layık değil, göreceksiniz. Her halükarda eksik kalacağını bilerek başlıyorum bu yüzden satırlarıma.
Baharın hükmü bitmek üzereyken yazın ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı şehirde. Hani olur ya gündüzlerin ılık gecelerin hala soğuk olduğu günler, çiçekler çıkmıştır çoktan toprağın altından, güneş daha çok gösterir yüzünü. Yine öyle bir günün akşamındaydım işte. Odamdaki açık pencereden içeri esen hafif rüzgar beyaz perdenin tüllerini ağır ağır uçuşturuyor, masamın üzerindeki fotokopi kağıtları yere saçılıyordu. Kafam darmadağınıktı. Toparlayamıyordum düşüncelerimi. Masanın üstündeki sigara paketini alıp pencereye doğru adımladım. Bir sigara çıkarttım pervaza otururken.
İçime çektiğim her dumanda zihnim biraz daha dağılıyor genzime oturup kalan gerçekler boğazımı tıkıyordu. Yutkunamıyordum. Bir yutsam, bir hazmedebilsem böyle olmazdı, biliyordum. Ancak olan tek şey yine dolan gözlerimdi. Gökyüzüne kaldırdım başımı akmasınlar diye. Şehrin ışıklarına gizlenmiş gökyüzünde tek bir yıldız görünmezken göz bebeklerim titredi. Lanet olsun ki tutamıyordum ben bu yaşları. Bir küfür savurdum boşluğa. Duyan da yoktu zaten, ne sövmelerimi ne de hıçkırıklarımı.
İçeride bitirmem gereken bir yığın iş göğsümde serin gecenin karanlığı vardı.
Doğum günümdü dün. Tam otuz yaşına basmıştım bir başıma. Anlayacağınız kazık kadar bir heriftim ben artık. Her yeni yaşımda büyümeyi bırakalı da oluyordu bir hayli, büyüyen tek şey omzumdaki yüklerdi şu sıralar. Yıllardır birlikte yürüdüğümüz yolda bir an bile yalnız bırakmasalar da beni, son bir aydır daha da düşüyorlardı üstüme, sağolsunlar.
Kelimenin tam anlamıyla bunalımdaydım. Öyle antidepresanların da geçiremeyeceği türden bir bunalımdı üstelik bu.
Yalnızlık demiş Sartre. 'Yalnızlık, düşündüklerinizin kafanızın duvarlarına çarpıp tekrar içeride kalmasıdır.' Ben o kadar yalnızdım ki duvarlarım çatlamış, düşüncelerimin yankıları dışa sızar olmuştu. Yanağımdan akan yaşlar bu sızıntının eseriydi. Ama öyle bir hal mevcuttu ki o sızıntıya yama yapan da yine bendim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızpatılar Küstü Bana
Fanfiction"Benim gözyaşlarım ise yeryüzünü değil bahçemi suladı. Bir yıldız da benim topraklarımda yeşerdi. Kırmızı bir çiçek açtı bahçemde. Ağlamaktan sabahları edemediğim şu karamsar mevsim aydınlanıverdi. Kızıl çiçek benim umudum oldu." # pg-14 / 8k # [ Ch...